Yaklaşık bir sene olmuştu Türkiye’yi göremeyeli… Herzaman ki gibi tatlı Türkiye anılarımı yad ederken, hiç göremediğim Şehitler Diyarı Çanakkale, Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu şehir , tarihiyle zengin olan İstanbul ve Anadolumun diğer güzel illeri aklımın ucundan çıkmıyordu.

Mayıs ayında, Multifestijn kültür fuarında Irak Türklerini temsilen hizmette bulunmuştuk. Fuardaki Irak Türkmen çadırımızı ziyaret eden T.C.  Hollanda Başkonsolosu ve heyeti bizden memnun kalmış ve bizim de, gençler olarak “Avrupa’daki Türk Gençliği kendi kültür ve tarihiyle buluşuyor” adlı projeye katılmamızı istiyordu.

 Yeni bir işe başlamıştım. İşin yoğunluğu ve izin alamama tedirginliğimden dolayı başvuruda bulunmak için yazılmadım, ta ki yazıların genç kızların başımızda bir ablanın gelmesini çok istiyoruz demesi, birkaç yöneticin de ısrarından sonra, işyerinden izin almaya çalıştım. Sübhanallah doğal olarak tatil listesi izin alabilmek isteyen kişilerin isimlerle dolup taşar, ama 7 temmuz ile 19 temmuz arası kimse izne gitmek için ismini yazdırmamıştı, ağzım açık kalmıştı. Gitmek için eczane izin vermişti. Kaydı yaptırabilmek için başvuru mektubu yazdım, birkaç gün sonra onaylandığını öğrendim… Allah’a sonsuz hamdolsun!

 7 Temmuz sabahı Schiphol havalimanından İstanbul’a uçacaktık. Sevinçten yatamıyor, bir yandan valizimi hazırlıyor, bir yandan da arkadaşlarıma mektuplar ve hediyeler hazırlıyordum. İçimi acayip bir mutluluk kaplamış, içim içime sığmıyordu. Allah’ım sana sonsuz şükür ediyorum!

1. gün
7 temmuz 2010 sabahı İstanbul Atatürk havalimanına varmıştık. Projeyi yöneten liderler bizi beyaz karanfiller ile karşılamıştı. Orada olmanın heyecanını şöyle dile getirebilirdim ancak: “Kendimi bir rüyada hissediyorum ve ben bu rüyadan uyanmak istemiyorum”.

Havalimanından otobüslere binerek otele doğru ilerledik. Otobüsün penceresinden şöyle etrafı seyrederken, İstanbul’da bulunan çoğu dükkanların yabancı isimler ile adlandırıldığını gördüm. Bu durum beni haliyle üzdü… Kendi kendime düşünüyordum… Fatih Sultan Mehmed bugünleri görseydi acaba kim bilir ne kadar çok üzülürdü. İnşallah gün gelir bu isimler tekrar Türkçe olur.

İkindi vakti otele yerleştikten sonra, akşam yemeği yedik ve otobüsler ile İstanbul turu yaptık. Boğaz köprüsünden geçtik ve Çamlıca’ya doğru ilerledik. Orada Sevgi bacımla ve ailesiyle buluşmanın sevincini yaşadım. Çamlıca’dan İstanbul bir başka güzellikte görünüyordu. Karşı taraftan Üsküdar ve Kız Kulesi görünüyordu. Oraya gidemeyeceğimiz için Osman Öztünç’un Üsküdar adlı parçasını dinledik ve o güzel İstanbul gecesini seyrettik…

2.gün

İstanbul bizi o güzel yağmuruyla bizi karşıladı. Bu gece Miraç Kandiliydi. 350 gençten 41 tane, otobüs sekiz ile Sultan Ahmed’i, Ayasofya’yı, Yerebatan müzesini, Topkapı’yı ve Dikilitaş’ın bulunduğu yerleri ziyaret ettik. 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesiyle Müslümanların himayesine giren, Mustafa Kemal Atatürk tarafından da 1935 yılında müze olmasına karar verilen Ayasofya’ya gittik. İstanbul’un fethinden sonra şehre giren Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya giderek Bizans’ın bu en büyük mabedinde ezan okuttuğunu ve şükür namazı kıldığını öğrendik. Müsaade edilseydi, ecdadımızın o yaptığı hareketi bizde gerçekleştirir orada Türkiye’ye kavuştuğumuz için iki rekat şükür namazı kılardık.

Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yapmış olduğu dev Allah, Muhammed ve dört halifenin adı geçen levhaların tarihini okuduktan sonra burada canlı şekilde görebilmek, Türk İslam sanatının ne güzel olduğunu gösteriyordu.

Ayasofya’ya karşısında yer alan Sultan Ahmed Camii komşuluk ediyordu. Bu caminin ikinci adının Mavi Camii olduğunuda orada öğrenmiştim. Yerebatan Sarnıcı müzesinde de, Bizans İmparatorluğu halkının su ihtiyacını gidermesi için burayı, bu sarnıcı kullandığını öğrendim.

Topkapı’da bazı Osmanlı padişahlarının hatıralarını, eserlerini gördüm. Hepsi birbirinden değerliydi. Hele ki Topkapı’da sancağın dikildiği yer hala gözümün önünden gitmiyor!

Dikilitaşı da gördükten sonra, Sultan Ahmed yakınlarında bir öğle yemeği yedik. Yemeği yedikten sonra dışarıya öğle namazını kılmak için yol alırken, Türkistan aş evini görmek, nice seneler sonra nasip oldu. Arkadaşım Zehra ile içini ziyaret etmek istediğimizde, kalabalık olduğunu gördük. Misafirleri rahatsız etmeden erken ayrıldık ve geri bulunduğumuz yere döndük.

Akşama doğru kapalı çarsıyı gezdik. Her yerde kandil simidi satıldığını gördüm. İlk defa bir kandili bu genç yaşımda yaşıyor olmanın sevinicini yaşayarak, kandil simidi aldım ve arkadaşlarımla paylaştım. Herkes mutluydu, sevinçliydi. Kapalı çarşıda otururken bir turistin yanımda oturduğunu fark ettim. Kandil simidini O’na da buyur ettiğimde sevinerek aldı ve teşekkür etti. Çarşıda bulunan esnaflar gurbetçi gençlerin geldiğini duymuşlardı ve hepimize içecek verdiler, yanımızda bulunan Japon turiste de. Turist şaşırıyordu ve sordu, bugün ne var ki insanlar bu kadar birbirine yemek veriyor paylaşıyorlar. Bugün Miraç Kandili dedim ve İngilizce bilgimin yettiği kadar Miracı anlatmaya çalıştım. Anladığını belirten turist, Türkleri ve Türkiye’yi çok beğendiğini söyledi.

Aslında akşam Eyüp Sultan Camiine gidip, Miraç Kandilini dopdolu bir şekilde değerlendirmek istemiştik ama kısmet olmamıştı. Yoğun yağış nedeniyle, akşam yemeğini otelde yiyip, otelin bir odasında gençler ile toplu bir şekilde Miraç Kandilini kutladık. Başönde Yasin abimiz biz gençlere nice hayırlı sohbetlerde ve nasihatlerde bulundu. Güzel bir dua ile Miraç Kandilini değerlendirdik ve odalarımıza geçtik. Bu güzel sohbetten feyz alan arkadaşlar, odalarına çekilerek namazlarla, dualarla ilahilerle bu geceyi hayırlı bir şekilde değerlendirdiler… İşte bu da bir güzel Miraç Gecesiydi.

3.gün

Sabah kahvaltısından sonra Dolmabahçe Sarayına gittik. Hepimiz sırılsıklam ıslanmıştık. Dolmabahçe Sarayının Sultan I.Abdülmecid tarafından yapıldığını öğrendim. Saray’da Rahmetli Atatürk’ün odalarını, gelen heyetlerini nerede karşıladığını gördük. Sarayın içinde bulunan bazı portreler beni üzdü. Şahsen böyle değerli birinin evinde bu tür portrelerin bulunması doğru değildi.

Dolmabahçe Sarayından güzel bir İstanbul görüntüsünü izledik… Yanında bulunan Beşiktaş İnönü Stadı’nı görmek de nasip oldu. Geziden hemen sonra MiniaTürk’e doğru ilerledik. Hayatımda hiç göremediğim yerlerin maketleri vardı. Onları bir bir gördük. 

Bunun yanı sıra Panorama 1453 müzesini ziyaret ettik. Müzenin en üst katında sanki bir savaş ortamı vardı. 1453 İstanbul Fethini canlandıran bu anlamlı yerde mehter marşı çalıyor bir yandan toplar atılıyor, tekbirler getiriliyordu. Bu ortam bizleri acayip coşturmuştu, biz de tekbirler getirerek içimizden mehter marşlarını söylüyorduk.

 


4.gün
İstanbul’dan ayrılmak hepimizi gerçekten üzdü,  sabah erkenden ’ye gittik. Vardığımız, Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu topraklarda acayip bir hüzün içimi sarmıştı. Nasıl olurdu da her yerde bira satan dükkanlar dolup taşardı…

Bunun yani sıra gördüğüm onlarca eczaneler sanki bana hoşgeldin diyorlardı. İçimden “Meslektaşlarım burada da beni yalnız bırakmadı diyordum.

İlk önce Beyazıt Külliyesinin sağlık müzesine gittik. Bir sağlık kurumunda hizmet etmek için can atan bir genç olarak gördüklerim beni adeta büyülemişti. Osmanlı zamanında kullanılan sağlık yöntemleri, ilaçlar, tedaviler oldukça güzel şekilde gösteriye sunulmuştu. Hele eczaneler, ah o ’deki gördüğüm eczaneler! Hollanda’ya döner dönmez isimlerini not ettiğim Türk bilim adamlarını araştırarak kendimi ve etrafımdakileri bilgilendirebilmek için can atıyordum.

Selimiye Camisinin bende büyük bir hatırası vardı. Bu camiyi görmeden evvel gurbet elinde bir gün Kerkük’ten bize bir hediye gelmişti. Bana Selimiye Camisinin resmi bulunan bir havlu hediye edilmişti. O gün bugündür hep yastığımda Selimiye Camiinin havlusunu bulundurur yatardım. O gün Selime Camiinin önünde bulunurken tüylerim diken diken olmuştu. Sonunda kavuşmuştum Selimiye Camiine. Rahmetli Mimar Sinan’ın 80 yaşında yapmış olduğu sanat eseriydi bu cami.  Akustik ses sistemi ile tanınan bu büyük camiyle vedalaşarak müzeye doğru ilerledik.

’yi Balkan Savaşlarında kahramanca savunan Şükrü Paşa’nın anıtını ziyaret ettik.  Müzenin dört bir yerinde savaş için kullanılan bombaları, elbiselerini gördük. Müzenin içinde Türk kadınlarının ‘‘asker, şimdi git, savaş!’’ sözleriyle oğullarına veda etmeleri gibi sahneler vardı.

Müzenin ardından Lozan anlaşmasının anıtını ziyaret ettik, karşı taraftan Yunanistan’ı görebiliyorduk.

Daha sonra arkadaşlarla kapalı çarsıyı gezdik, ardından 3 şerefeli camide aksam namazımızı eda ettik, Allah’a burada bugün bulunduğumuz için çok şükür ettik ve dualarda bulunduk. Caminin avlusunda bekleyen bir arkadaşıma şeker veren bir bey amcanın hatırası hala gözlerimizin önünden gitmiyor.

Dilerim Allah’tan bu gelişimiz son olmaz…

5.gün

Geçen sene Türkiye’ye geldiğimde bir abime, abi bana bir vapur bul, o vapurla bir günün içinde Çanakkale’ye gidip şehitlerimizi ziyaret edip hemen geri döneyim dedim. O abim de: “Bacım Çanakkale’ye gitmen en az 3 saatini alır, gelip gitmen zor olur, ama İnşallah oraları görmen nasip olur” demişti. O gün dün gibi aklımdaydı.10 temmuz 2010’da bize Çanakkale’ye gitmek nasip olmuş, sabah erkenden kahvaltıdan sonra Çanakkale’ye yol aldık. Otobüste hepimiz o kadar heyecanlıydık ki, içimiz coşkulu şekilde hep beraber uyumayıp Çanakkale türkülerini söyledik. Gelibolu yarımadasına vardığımızda, rehberimiz otobüste bize bilgiler verdi. Çanakkale Savaşının, 1. Dünya Savaşı (1915-1916) sırasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara çarpışmalarının İngilizlere, Anzaklara, Fransızlara karşı olduğunu öğrendik.

Gezide tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı’nı, Eceabat’taki şehitliği, Kabatepe Müzesi’ni, 57.Alay Şehitliği’ni, Conk Bayırı’nı, Çanakkale Şehitler Abidesi’ni, tabyaları ve güzergahı gezdik. Orada şehitlerimizin nerede savaştıklarını, hangi elbise, mermi, tabanca, içecek kaplarını kullandıklarını gördük.

En çok dikkatimi çeken, savaş boyunca kazılan biri önde diğeri arkadaş olmak üzere iki türlü siperlerdi. Birinci siperde savaşan Osmanlı askerleri vurulduktan sonra, arka siperdeki askerler öne gelir ve savaşırlarmış. Bu ağır yaralanan askerler ise, yanlarında bulundurdukları dua kitabını okuyup yaklaşık 3 dakika içinde şehit olurlarmış. Ne güzel bir mertebe…

Çanakkale Şehitliklerinden geçerken, gözlerim boşaldı. Gördüğüm musalla taşının üstündeki isimlerinin altındaki yaşlar, memleketlerin hepsi sanki “BURDA BURDA” diye sesleniyordu bana! Gördüğüm Kerküklü şehitlerin musalla taşı beni derinden vurdu… Keşke bende orada Allah Allah diye savaşabilseydim, şehit olsaydım. Rabbim bize de o güzel şehitliği bize nasip eylesin.

Bu güzel ve çok anlamlı geziden sonra kaldığımız otele, türkülerle geri döndük. Akşam yemeğinden sonra Çanakkale’deki bir tarih öğretmeni bir konuşma yaptı. Daha sonra gençlerin yapmış olduğu Çanakkale Savaşının tiyatrosunu hep beraber göz yaşları içinde izledik.

Ertesi gün, Aynalı Çarşı’yı ziyaret ettik. Oradan hediyelik eşya aldıktan sonra Truva atının bulunduğu yere gittik.

Bu anlamlı Çanakkale gurbetten gelen gençler için bir destan olmuştu. Bu anlamlı değerleri kendimize bir ibret alarak oradan ayrılırken, “bir daha geleceğiz ” diye söz vererek ayrıldık!

6. ve 7 gün

12 temmuz ikindi sıralarında ’ya yetiştik. ’daki genç rehberler bizleri karşılayarak Uludağ Üniversitesi Spor Dalları bölümüne götürdüler. Okulun dış bahçesinde oturduk. Bizi ‘hoşgeldiniz’ diyerek karşılayan Uludağ Üniversitesi hocaları, bizimle birkaç oyundan sonra “pripikyo piripakyo” oyununu oynadı. Bu zeka oyununu 350 kişinin içinde kazanan Umut kardeşimiz oldu. Akşam vakti Kültür parkına gittik. Orada arkadaşlar eğlenirken ben de teyzemin gelişini bekledim ve görüşmek çok şükür nasip oldu.

Ertesi gün Atatürk’e hediye edilen ’daki köşke gittik. Orada Atatürk için verilen çeşitli ev eşyaları vardı. Dikkatimi çeken birde bozkurt heykeli vardı.

Ulucami bir başkaydı.Yıldırım Beyazıt Niğbolu seferi sırasında bir vaadde bulunduğunda: “Eğer savaşı kazanırsam 20 tane cami yaptıracağım” demiş. Zaferle sonuçlanan savaş sonrasında kurmaylarıyla istişare yapan padişah vaadini yerine getirmek istediğinden bahsettiğinde, o dönemin kadısı ve Beyazıt’ın damadı Emir Buhari Hazretleri (Emir Sultan) istiareye yattıktan sonra: “Bunun yerine 20 kubbeli bir cami yapılması daha uygun olur “demiş ve caminin inşasına başlanmış. Ondan dolayıda bu cami 20 kubbeli olarak biliniyor.

Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan bu caminin içindeki hat eserlerinin değişik değişik anlamları vardı. Özelikle Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin portreleri dikkatimi çekti. Her zaman gördüğüm ve anlam veremediğim yalnız  ” و ” harfinin anlamının; Allah’ın Vahid ismini, birliğini simgelediğini öğrendik. Bunun yanı sıra: Vali, Vezir, Veli, Vekil, Varis, Vasi, Valide gibi sözlerin başlangıcı olduğunu öğrendik.

Daha sonra Nevzat Çiftçi beyin düzenleyip sunduğu Hacivat ve Karagöz oyununa gittik. Bizi güldüren bu oyun, aynı zamanda terler içinde bıraktı. Oyunun bulunduğu yerde klima olmadığı için baya pişmiştik. Nevzat bey de bu konuyu ele almamızı, Valiliğe bildirmemizi istedi.

Öğle yemeğini Kebabçı İskender’in konağında yedik. Halis muhlis tereyağlı olan iskender kebabının özünü orada tatmak bizlere nasip olmuştu. Konağa Valisi gelmiş, bizlere hoşgeldin etmişti. Zaman daraldığından, namaz saatine denk gelen bu görevli beye bir selam verip, Nevzat Çiftçi beyin bize ilettiği sorunu dile getiremememiz bizleri üzmüştü. Kısa zamanda gurbeteline döndüğümüz zaman iletişim kurarak durumu açıklayacaktık, söz verdik arkadaşlarla.

TGRT’nin hazırlamış ve sunmuş olduğu bir sürü yerlerin kasetlerini ve görüntülerini bir çok kişi izlemiştir. Çoğunlukla Ramazan ve mübarek gecelerdeki yayınlar, Emir Sultan, Yunus Emre, Veysel Karani, Kara Murat gibi bir çok ismi duymamıza ve onların hayatlarını öğrenmemize vesile olmuştur. Bu neden ile Emir Sultan hazretlerinin ’da olduğunu biliyorduk ve bu proje ile oraya gitmek, rahmetlinin türbesini ziyaret etmek bizlere nasip olmuştu. Çoğu ziyaretçinin akınına uğrayan bu anlamlı yerde ikindi namazımızı eda etmek nasip olmuştu. Rahmetli Emir Sultan hazretlerini ziyaret ettikten sonra Yeşil türbeye gittik. Sultan Çelebi Mehmed tarafından yapılan bu türbe, hayattayken yapılan ilk türbe olduğunu ve türbe yapıldıktan 40 gün sonra vefat ettiğini öğrendik. Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmed Hazretlerinin türbesinin içi (İznik) çini sanatını en güzel şekilde temsil ediyordu.

Bu iki anlamlı türbeyi ziyaret ettikten sonra Tophaneye çıktık.

Tophane’de bulunan Orhan ve Osman Gazi’nin türbelerini de ziyaret ettik. Osman Gazi’nin Osmanlı Devletini kurduğunu ve oğlunun adınında Orhan Gazi olduğunu orada öğrendik. Bu iki zatın türbesinin önünde Onlara dua etmek bizleri gerçekten onurlandırmıştı. Biz onların torunlarının torunları olarak orada bulunuyorduk ama çoğumuz onların yapmış oldukları hakkında habersizdik. Bu proje vesilesi ile onları az da olsun tanıdık, ziyaret ettik…

Eskiden Ramazan aylarında toplar bu yerden atılırmış. Tophane’den aşağıya doğru bakıldığında şehir merkezini kuş bakışı görebiliyorduk. Tophane’nin yakınlarında bulunan kadınlar ellerinde örgü, hem örüyorlardı hem satıyorlardı. İşte Türk kadını dilenmemeli, öz çabasıyla birşeyler yapıp, helal rızk aramalıydı. Bunun yanı sıra Tophane’de lokanta dikkatimi çekmişti. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun resmini asan bu lokantanın sahibine teşekkür ettim. Rahmetliyi unutmamamıza böylece vesile oluyorsunuz, Allah sizlerden razı olsun diyerek oradan ayrıldık…

8.gün

Adını nadir duyduğum şehir ’e gittik. Rehberimiz Osman Özvatan ağabeyimiz bizlere çok güzel bilgiler verdi. şehrinin Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklar olduğunu öğrendik.

İlk ziyaretimizi Şeyh Edebali’nin türbesinde gerçekleştirdik. Şeyh Edebali’nin Osmanlı zamanında büyük manevi destek verdiğini öğrendik. Ertuğrul Gazi ve Osman Bey, Şeyhi ziyaret eder ve öğütlerini alırlarmış. Osman Gazi rüyasında Şeyh Edebali’nin koynundan çıkan ayın, kendisinin koynuna girdiğini ve göğsünden dalları gökleri ve tüm dünyayı saran bir ağacın çıktığını görür. Şeyh Edebali ise: “Oğul Osman, Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi ve kızım Malhun Hatun sana helal olsun” der. Osman Gazi böylece Malhun Hatun ile evlenir.

Şeyh Edebali’nin kabrinin yakınlarında Ertuğrul Gazi’nin oğluna Osman Bey’e nasihat ettiği sözler vardı.

İkinci ziyaret ettiğimiz türbe, Söğüt’te bulunan Ertuğrul Gazi’nin türbesiydi. Oğuz Türklerinin Kayı boyunun başı olan Ertuğrul Gazi’nin türbesi, savaş zamanında kurşunlanmış ve yıkılmaya çalışılmış. Demir pencerelerinde hala kurşun izleri görünüyordu. Türbenin içinde Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan’ın ve Kayı boyunun bayrakları vardı. Bunun yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen topraklar bir küçük sandığın içinde, türbenin yanında bulunuyordu. Rahmetli Ertuğrul Gazi’nin ruhuna fatihalar ve dualar okuduktan sonra oradan ayrıldık.

Söğüt, derken akla, her sene gerçekleşen Yörük Kurultayı gelir. Bu vesile ile Türk Büyüklerinin Platformuna gitmek bizlere de nasip oldu. Orada bulunan Türk Büyüklerinin heykellerini gördük. Rehberimize: “Bu yer bana tanıdık geliyor, yanılmıyorsam Devlet Bahçeli ve Muhsin Yazıcıoğlu kırmızı, siyah, yeşil renkli bir Yörük yazmasını omuzlarına alarak buraya gelirlerdi, yanılıyor muyum?” diye sordum: Evet öyle, hatta geçen sene Rahmetli olduğu için bu sene Muhsin Yazıcıoğlu’nun portresini kurultayda bulundurduklarını söyledi. Allah-u Ekber…

Daha sonra hep beraber Metris tepesine çıktık. Kurtuluş, İnönü Savaşı’nın Şehitlerinin anılarını yaşatmak amacıyla yapılan yeri gezdik. Tepe’den aşağıya bakıldığında çok güzel görünüyordu. Her yerde camlar çiçekler, yeşillik vardı. İnönü Şehitliğini de ziyaret ederek, oradaki Şehitlerimize dua ettikten sonra ’ten ayrıldık ve ’a doğru yol aldık.

“Ey yolcu burada şu gördüğün mezar, Türklerin İstiklal abidesidir. Bir gökten bir göğe haykıran rüzgar İnönü Cengi’nin zafer sesidir”

9. ve 10. gün
’un kaplıcaları meşhurmuş. Otelde gençlere kaplıcalara girmek nasip olmuştu. sabah erkenden kahvaltıdan sonra otobüslere binerek ’ye gittik. ’de Türk askerlerinin Yunanlılara karşı savaştığını orada öğrendik.

Her sene Zafer Bayramı, İzmir ve olmak üzere özellikle ’da kutlanırmış.30 ağustos Zafer Bayramında, dünyanın dört bir yanından gelen kişilerin zafer yolu diye adlandırdıkları yolu geçerek ’ye ulaşmalarının da ’da gerçekleştiğini öğrendik. Haberlerde çoğu kez; ellerinde Doğu Türkistan, Kırım Türkleri, Irak Türkleri vs. tabelalarıyla yürüyen gençleri görürdüm. Arkadaşlar ’a tekrar gelecekleri ve Zafer yürüyüşünü yapmak için söz verdiler, ’la vedalaştık.

Akşam saatlerinde ’ya vardık. Sabah erkenden Mevlana Celaleddin Rum-i hazretlerinin türbesini görebilmek için can atan gençlerin yüreklerinde coşku içindeydi. Şahsen ’ya gelmeden önce arkadaşım Merve bir mektubunda; “Mevlana’nın ve Şems-i Tebrizi hazretlerinin muhabbetlerini, dile getirdikleri aşkı çok önemsiyorum” demişti. Onların hayatlarında büyük bir ibret vardı. Biz bu yaşlara gelmiş, yabancı şarkıları hafızamızda tutabiliyor ama öz değerlerimize sahip çıkamıyorduk. Bu üzüntü beni arayış içine sokmuştu. Elimde bulunan kitaplarla kendimi biraz olsun geliştirmeye çalışıp, orada o güzel manalı yerleri hakkı ile ziyaret etmek istiyordum. Mevlana’nın türbesine gittiğimde, ey Mevlana sana Merve bacımdan ve tüm “bizden de selam götür” diyenlerin selamını getirdim, diyerek oradan ayrıldık. Günlerden cuma olması ve Başkanı Mehmet Ali Şahin’in de orada bulunması nedeni ile camiler dolup taşmıştı. Cuma namazını caminin avlusunda eda ettik. Daha sonra dışarda Büyükşehir Belediye Başkanıyla küçük bir sohbet gerçekleştirdik. Türkmeneli’nde televizyonda çoğu kez Irak Türklerinin ’da ilahi söylediklerini görürdüm, buna Belediye başta olmak üzere nice kişiler vesile olmuştu. Bu nedenle O’na teşekkür ettim ve başarılarının devamını diledim.

Bunun yanı sıra Büyük Selçuklu Devletinden kalan birçok müze ve medreseleri ziyaret ettik. Hepsinin içinde güzel çiniler, motifler ve sanat eserleri vardı.

Yemekten sonra bir konferans salonunda Dervişlerin/sofilerin “Allah Allah deyu deyu” şeklinde dönüşlerini, semazen gösterilerini izledik. Bu gösteri bizleri derinden etkilemişti. Yanımıza gelen muhabirler, duygularınızı alabilir miyiz dediğinde, herkes o güzel duyguları nasıl anlatacağını düşünüyordu. Zehra bacımız: inşallah öyle bir nesil yetiştiririz ki, Mevlana’nın ve Şemsi Tebrizi hazretlerinin aşklarına aşk katarız” diyordu.

Bu güzel duaya amin diyerek, oradan ayrıldık. ’ya doğru yol aldık.

11. 12. gün

Türkiye’nin başkenti , güzel …Burası bizim son durağımızdı. Ne kadarda hızlı geçmişti zaman. Ama dopdolu geçtiğinden ve çok ders aldığımızdan hepimiz emindik.

17 temmuz sabah kahvaltısından sonra ’ye gittik. Arkadaşlar kendi aralarında bir yazı yazdılar mecliste bir kardeşimiz de bizi temsil etti, hepimizin adına güzel bir konuşma yaptı. Rüstem Akay: “Türkiye’ye tarih ve kültürlerini yaşamaya geldiklerini, olmadan , olmadan İstanbul, İstanbul olmadan da Türkiye’nin olmayacağını” söyledi. Bu sözün üzerine ekleme yaparak “ olmasaydı , olmasaydı İstanbul, İstanbul olmasaydı Türkiye olmazdı”, “İstanbul olmasaydı ’da olmazdı, olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı” dedi. Bu sözlerin yanı sıra gurbetteki gençler olarak bize bir çok nasihatte bulundu. Yaşadığımız yerlerde Müslüman Türkleri güzel bir şekilde temsil etmemizi istedi. Konuşmadan sonra bütün gençler ile teker teker ilgilenen Mehmet Ali Şahin hepsiyle sohbet etti. Sıra bana geldiğinde, Irak Türklerinden ve Kerküklü olduğumu, herkesin size selam ettiğini söyledim. Elimdeki Türk ve İslam dünyasının derdini anlatan bir mektubu O’na uzattım ve oradaki herkesin içinde sesli bir şekilde okudu. M.Ali Şahin yaklaşık olarak şöyle söyledi; Evet bunlar Iraklı, Kerküklü Türkmen kardeşlerimiz. Mektubunda da belirttiği bir konuya değinmek istiyorum, T.C. olarak Kırgızistan’a yardımda bulunduk diyerek yapılan yardımlar hakkında birkaç örnek verdi. Bütün herkese selamlarımızı iletin dedi ve mektubu cebine koydu. Bunun ardından gençlerle bir hatıralık resim çekilerek diğer gençlerle de bir bir ilgilendi.

T.C. Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül de “Avrupalı Türk gençleri kendi tarihi ve kültürüyle buluşuyor” adlı projesinden sonra Irak Türklerini ağırlayacaklarını söyledi. Allah hepsinden razı olsun!

Bu anlamlı ziyaret görevimizi yerine getirdikten sonra, tekrar Bilkent’e geri döndük. Rahmetli İhsan Doğramacı’nın yatırım yaptığı semtteki çalışanlar nerelisiniz diye sorduklarında; Kerküklüyüz deyince, çalışanların bizleri kucaklayası geldi! Bilkent’ten arkadaşlarla bir taksi ayarlayıp, Kızılay’a gittik. Orada bulunan Necmettin abiyle beraber, arkadaşların giysi ihtiyacını karşılamak için pazarlık yaptık, sohbet ettik, birlikte simit yedik, çay içtik ve hemen otele geri döndük.

Ertesi gün Anadolu Medeniyetleri Müzesine gittik. Müzede Hititlerin eserleri dikkatimizi çekti. Sıhhiye meydanındaki, ’nın sembolü olarak bilinen geyik heykelinin de Hititlerden kalma bir eser olduğunu öğrendik. Daha sonra kalesine çıktık. Orada dayımın kızıyla buluştum, birkaç dakika bile olsa hasret giderdik.

Daha sonra Mehmet Akif Ersoy müze evine, Taceddin dergahına gittik. Orada Rahmetli M.Akif Ersoy’un yattığı ve şiiri yazdığı zamandan hatıralar vardı. Tacettin dergahının hemen yanında Rahmetli Muhsin Reis’in kabri vardı. Tüm gençler oraya giderek dua ediyor, şaşkın bir halde kabre bakıyorlardı. Tıpkı geçen senede dediğim gibi; sen sevdiğine kavuştun Muhsin Reis demek geldi içimden. Ruhuna dualar okuduktan sonra, oradan ayrıldık, Ankamal’a gittik.

Orada da beni bir sürpriz karşıladı, yaklaşık 6 seneden beri görmediğim halam sağlık sorunları için Kerkük’ten gelmişti. Azda olsa O’nunla da hasret giderdikten sonra, yavaş yavaş ’ya veda ettik.

11 temmuz gecesi zor ve çetin geçti. O kadar güzel ve anlamlı günler geçirmiştik ki anlatamam. 12 temmuz sabahı sabah kahvaltısından sonra, bir kısmımız yola çıktı. Yolcu olmayıp da sabah erkenden bizimle vedalaşmak isteyen arkadaşlar beni gerçekten duygulandırdı. Bir arkadaş yaklaşık olarak şöyle diyordu: hakkını helal et, belki yüzümdeki ifademle sizleri kırmış olabilirim fakat bunun gerçekten sizinle bir ilgisi yoktu. Yapmış olduğumuz seyahatin tadı ve tuzuydun. İyi ki sizleri tanımışım ve bundan sonra irtibatı kesmeyelim. Bu anlamlı sözler beni çok üzmüştü, üzüntümü belli etmemek için aaa! sabah sabah kalkılır mı hiç, ben sizin yerinizde olsaydım çoktan uyurdum. Hadi yatın diyerek Onlarla vedalaştım.

Türkiye’ye gelirken yağmur vardı, dönerken de yağmur var. Elveda , Elveda Türkiye… İçimiz buruk ama aynı zamanda onurlu bir şekilde Hollanda’ya geri döndük.

Son söz

Evet… Son sözüm epey uzun olacak… Ben Türkiye’ye bu projenin yanı sıra, arkadaşlarımla görüşmek, ailemi ziyaret etmeye ve birçok işle ilgilenmek üzere gitmeyi istemiştim. Allah’a sonsuz şükürler olsun, Çeçen mülteci kamplarına mektupları, karınca kadarınca toplayabildiğimiz kırtasiyeleri Barış ve Ezgi kardeşlerimizin vesilesiyle ulaştırabildik.

Türk-İslâm tarihini kültürünü öğrenerek, gurbet eline tekrar geri döndük. Biz bunca zamanda neler öğrendik diye şöyle bir sormak gerekirse: En büyük kazanç bizim için ilim olmuştur.Adını, sanını duymadığımız yerlerde bulunmak oradan büyük ibretler almak, bizim için büyük bir kazanç oldu. Bu kazancı nasıl değerlendirebiliriz, neler yaparak, unutmayız? Her attığımız adımda besmele ile başlayarak, ilk önce şehitlerimizi, sonra da şanlı tarihimizden öğrendiklerimizi gözümüzün önüne getirerek, her yaptığımız işte, şükür ederek bunu gerçekleştirebiliriz.

Avrupa’daki Türk gençleri kendi tarihi ve kültürü ile buluşuyor projesinin başkanı: Adnan Gül ve T.C. Paris Büyükelçiliği kültür ve tanıtma müşavirliği Hasan Yavuz bey bize bir sürü nasihatlerde bulundu. Adnan beyin şu sözü beni derinden vurdu. Gurbetteki gençler kaldırımdan çıkan çiçeğe benzer. Onları ne kadar ezerlerse ezsinler yine de dimdik ayakta durmaya çalışırlar. Söyle bir sözü incelediğimizde, gerçekten öyle olduğunu görüyoruz. Kimi zaman ırkçılığa uğruyoruz, kimi zaman işe alınmıyoruz, kimi zaman dışlanıyoruz. Ama bunun yanında bir sürü fırsatlarımız var. Allah’a şükür burs alabiliyoruz, istediğimiz çoğu okulda, başörtülü olarak okuyabiliyoruz. İstediğimiz yeri gezebiliyoruz. Maddi sıkıntımız yok, bunun yanında şükrümüz de yok maalesef.

Bu projede emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Bizleri yedirdiler gezdirdiler, ilim sahibi olmamıza vesile oldular. Bundan güzel ne olabilir ki?

Dilerim Allah’tan bu proje vesilesiyle, arkadaşlarımda yazılır, o güzel manevi tadı almak onlara da nasip olur.

Şu an kendimi, o güzel nasihatlerle uğurlanan, yurt dışında eğitimini kazanmış bir kız olarak hissediyorum. Allah’ın izniyle, diplomamı alıp, canımla hizmet edeceğim günleri sabırla bekliyorum.

İnşallah bu başörtü sorunu kalkar.

15-08-2010 – Hollanda

 

Bu gezinin belgeselini izlemek için buraya tiklayin

Asik Zehrani derki: “Yurdumun Ankarasi bizi ugurladi yagmur damlalari ile, Edirnesinin gozyaslari sel ile.. Aglama yurdum yine gelecegim…”