KOSOVA ZİYARETİ

GörselBir gun Hollanda diyanet isleri baskani Hollanda’daki faliyet gosteren ogrenci derneklerini bir yemege davet etmisti. Orada Bozporus vakfindan katilan Hasan abi, bize goruntulu olarak Kosova’daki yapmis olduklari hayir faliyetlerini gostermis ve herkesi adeta etkilemisti. Goruntulerde, restore edilen bir okul binasinin onceki ve sonraki hali ile yapilan hayir islerinin resimleri vardi. Once goruntüsüyle icler acisi olan bina, gonullu gencler tarafindan restore edildikten sonra harika bir gorunume kavuşmustu. Bunun yanı sıra gıda ve tıbbi malzeme yardımları yapılıyordu. İlgimi çeken bir başka fotoğraf ise; bir ağabeyin üzerindeki kısa kolluda  bulunan Türk bayrağı ve Türklerin milli sembolü olan Bozkurt’tu…

Yapilmis olan bu faliyetlerden memnununiyet duydum. Bu genis ve Allah rizasi icin yapilan calisma benim icin bir ibret olmus, İleriki dönemlerde yapılacak faliyetlerde destek olabilmek icin kendi kendime soz vermistim.

Derken, 2011 tarihinde Bozporus vakfi tekrar Kosova’ya gitmek icin karar aldi, calismalar baslatildi ve düşlerimi hayata kavuşturmak için fırsat doğdu.

Kosova diyince yeni bağımsızlığına kavusmus, genc, dik duruslu bir balkan diyari geliyordu aklıma, fakat insanları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gordugum goruntulerle yetiniyor, çevredeki destek vermek isteyenlerle irbata geciyor, tıbbi malzeme ve kırtasiye yardımlarının toplanabilmesi için uğraş veriyordum.

Allah, o yardımlarını esirgemeyen değerli insanlardan razi olsun. Yardımlarından ziyâde, fiziken de destek vererek Kosova’ya birlikte gitme imkânımız dahi oldu.

Hollanda’dan otobusle Almanya’ya, Almanya’dan da direkt ucak ile Kosova’nin baskenti Priştine’ye geldik. Adem Jashari (Yasari) havalimaninda ilk dikkatimi çeken isim bu oldu; kimdi Adem Jashari? Öğrendiğim kadarıyla Adem Jasari 1998 senesinde Kosova’nin bagimsizligi icin Sirplara karsi evinde savasmis, 70 saatlik bir direnisten sonra ailesi, kadın ve çocukların da bulunduğu 58 kişiyle beraber sehit edilmisler. Sehadetinden sonra Jashari, ulusca bir bagimsizlik sembolu haline gelmis Kosova’da. Suan evi muze halinde ibret olarak insanliga sunuluyor. Delik desik olan evin az ilersinde, Adem Jashari ve aile ferdlerinin mezari bulunuyor.

Adem Jashari havalimaninda Kosovali agabeyler bizleri karşıladılar ve otobuslerle Victirin kasabasina gittik. Turkce bilen bu ağabeylerin icten muhabbetleri cok samimiydi. Hepsi benden daha da guzel Turkce konusuyor ve turkuler/sarkilar söylüyorlardı. Gördüğüm fotoğraflarda dikkatimi çeken o ağabeyi de gorüp, tanışma fırsatı buldum. Kendisini herkese Turk militani olarak tanitiyordu. Genclerle tanistiktan sonra otelin yolunu tuttuk, yarın zorlu bir gün bizi bekliyordu.

Kosova’nin kuzey dogusunda yer alan Vicitirin’e yakin bir yer olan Ali Kelmendi kasabasina gittik. Sabah erkenden tadilat yapılacak okula gittigimizde neye ugradigimiza sasirdik; durum içler acısıydı. Okulun duvarlari resmen cokuyordu, duvarlarin bazi kisimlari cokmus haldeydi. Tozdan ve rutubetten dolayı çok kotu durumdaydi. Hemen kollari sivayarak ilk once sobalari yerinden soktuk, daha sonra yerdeki asirlik halilari toplayarak işe başladık.

Okulun duvarlarinı kazıyıp, üstüne de alçı çektik. Duvarlari yagli boya ve tavanlarida kireç ile boyayarak boyacı ustalığına da böylelikle el attık. Bazı arkadaşlarımızda nakkaş misali duvarlara ve camlara çocukların keyif alacağı çizgi film ve çeşitli hayvan figürleri çizerek bu işin erbabı olduğunu kanıtladılar. Diğer arkadaslarimiz ise gelen giysileri tasnifleyip,  torbalara koyarak ihtiyaç sahibi ailelere dağıtımını sağladı. Dağıtımları yaparken semtin acı hali gözümüzün önündeydi; neredeyse evleri çökecek vaziyette ya da hiç evi olmayıp, hastane bahçesinde ve benzeri alanlarda hayat sürmeye çalışanlara tanık oluyorduk.

Ayni zamanda Vicitirin sehitleri anma gununue arkadaslarla traktorle gittik. Sirblar tarafindan katledilen şehitlerin anma gununde bulunmak, bizim icin bir nevi boynumuzun borcuydu.. Sehitlerin cogu Alban muslumanlarındandi. Cogunun ismi Rahime, Ali, Kazim gibi tanidik isimlerdi. Icimiz gitti, acımız kat be kat arttı; hala musalla tasinda goz yaslarina hakim olamayan aileler göze çarpıyordu. Bu duygulara karşın elimizden maalesef hiç bir sey gelmiyordu. Sadece; insanoğlu bir daha boyle katliamlara maruz kalmaması icin yürekten bir dua ve kalanlarada sabir dilemekten başka…

Ilerleyen zamanlarda okulun bahcesinde cocuklara unutayamacaklariını düşündüğüm bir gun duzenledik; kimi yeni yapığımığımız sallancakta, kimi futbol, kimi muzik esliginde oyunlar oynadi, kimi cocuklar da yuzlerine desen ya da çeşitli çizgi kahrmaanların simgelerini boyattırdılar. Dışarıdan gözlemleyen biri, bir bayram havası olduğunu çok rahat gözlemleyebilecektir.

Bu güzel çocuklarımız için beş gunluk yogun ama çok keyif aldığımız calismadan sonra, okulun eksiklerini tamamlayarak, Allahin verdigi guc ve kuvvet ile ortaya muhtesem bir sonuç çıkardığımızı düşünüyorum. Okulun yeni halini cocuklar icin kucuk bir acilisla daha da hoş bir hale getirerek, o yürekleri küçük ama düşleri çok büyük olan, gelecege umutla bakabilmemizi sağlayan bu çocukların mutlulugunu hepimiz uzaktan izliyorduk. O yuzlerdeki mutluluğu görünce butun yorgunlugumuza degmisti. Bazi arkadaslarimiz gazete ve televizyonlara raportaj vererek, duygu ve düşüncelerini ifade ederek, duyguların daha çok kişiye erişmesine de vesile oldu. Kim bilir belki de benim gibi etklenen bir başkası çıkacaktır bu sayede…

Okuldaki calismalardan sonra kisa olsa da Adem Jashari’nin muzesini, ailesinin bulundugu kabri, Murat Hudavendigar’in turbesini ziyaret ettik. 1389’da 1. Kosova savasinda, Sirp Miloš Obilić tarafindan hancerlerek sehit edilen I.Murat’in ic organlari rivayetlere gore Kosova’da defnedilmis fakat naaşı I. Murad’in naaşı Bursa’da bulunduğu bilgilerini de edindik.

Ileriki zamanlarda otobuslerle hep beraber Prizren sehrine gittik. Bir bakista asik oldugum bu sehir bana hem Anadolu’yu hemde Bosna’yi hatirlatiyordu. Kaldirimlar, cesme baslari, kale, camiler, koprunun altindan akan dere, insanlari, cadde ve sokaklarin isimleri Osmanli’dan kalan en guzel hatiralardan birisiydi. Zamanimizin kisitli olmasindan dolayi bu guzel sehire doyamadan, Ali Kelmendi’ye donerek, belediye baskanin duzenlemis oldugu yemege gittik.Yemekte belediye gorevlisi hepimize tesekkur belgesi dagiratarak, vermis oldugumuz hizmetten dolayi memnuniyetlerini belirtti.

Sonunda Kosova’daki bir haftalık yogun ama son derece mutlu, kimi zaman düşündürücü ama her şeyiyle keyifli günlere veda etme zamani gelmisti. Her gumuz cok anlamli gecti ve sadece bir haftada herkese cok alismistik. Havalimanına geldiğimizde çoktan sağnak göz yaşları yapmaya başlamıştı. “Ölüm Allah’ın emri de, şu ayrılık olmasaydı” Şükür ki, Kosova’da bulunan dostlarımızla hala irtibattayiz. Onlarin samimiyetine, duygu ve düşüncelerine gönülden inanıyorum. Bir haftada yaşattıkları her dakika için, misafirperverliği ve yolumuzda yoldaş oldukları için hepsine sonsuz saygı, sevgi ve teşekkürler….

(Militan abimin sizlere Bozkurtça selamı var)

Multeci hayatimin baslangici

Bir arkadasmin tavsiyesi ile bu yazima basliyorum. Abdest almak icin banyoya gittigimde, disarda oynayan cocuklarin sesini duydum. Cocuklar, beraber okulda ogrendikleri sarkilari soyluyor, onlar icin yapilan sallangicta sallaniyor ve aralarinda sesli bir sekilde tartisiyorlardi, tipki benim kucuklugumdeki gibi.

1999 senesinde, siyasi nedenlerden dolayi Hollanda’ya gelmistik. Henüz 10 yaslarinda anadilini yeni yeni ögrenmeye çalisan, tam bir erkek Fatma’ydim.

Delikanli misali kisa saçi ile çabucak kizabilen, haksizliga dayanamayip cabuk kavga ve kufur eden biriydim.

Oyun oymayi cok severdim. Hele ki, masa tenisi, futbol ve basketbol benim en cok sevdigim oyunlardan biriydi..

Bir kac ay icinde kapandim. Basortuyu taktiktan kotu huylarimi birakmaya calistim ama oynamayi halen tipki diger cocuklar gibi hala cok seviyordum.

Ailece yaklasik 5 sene multeci kamplarinda kaldik. Ilk kaldigimiz kamp buyuk bir cadirdi; icinde ranzalar, yemekhane, bir de, gunde bir kac saat izleyebilecegimiz televizyon vardi.

Bu ranzalarda kadin,  erkek ayirt etmeden herkes mecburen ayni yerde yatiyordu. Annem geceleri uyumuyor, tesbih cekiyor, oglenleri ise pardusesiyle yatip, basucunda beklememizi isterdi…

O kamp bu kamp derken, yaklasik dort bes kampta kaldik en son Hollanda’nin Rotterdam sehrine yakin olan bir koye tasindik. Burada 4,5 senenimizi gecirdik.

Ilk bir sene boyunca bir odanin icinde yasadik. Tuvalet, banyo ve mutfak musterekti. Ermeniside kullaniyordu, Sirbida, Somaliside, Iranlisida. Bir cok yabanci komsularimiz vardi. Bizden baska hic bir Irakli bir Türk aile yoktu, sadece bir abi hariç. Bir sene sonra aileleri karavan dedikleri, tatile giderken arabanin arkasina takilan eve tasindik. Rutubetten evler insanlari hasta ediyordu, bu yuzden kiz kardesim agir astim hastaligina yakalandi.

Bu kamp bana bir cok seyi ogretti. Heleki kamptaki bir Hollandali egitmenin sozunu hic unutmam, daima bize su nasihatta bulunurdu: “Burada gencliginizi burada dop dolu yasayin, cunku hepiniz ergenlik cagindasiniz, bu yasta ne yasarsaniz iyi kotu hep hafizanizda kalir. Siz cile cekmis memleketlerden buraya geldiniz, onun icin hep gulun oynayin, sevinin mutlu olun”. Kolay sozlerdi aslinda bunlar, biz nasil olurduda, buradan sinir disi olup olmayacagimizi bilmeden etmeden gulup eglenebilirdik?

Herhafta polisler multecileri yoklamak icin damga vururdu bir karton kagida. Her haftada bu polisler kimin sinir disi edilecegini, kimin kalabilecegini soylerdi. Her hafta ya yeni bir aile gelirdi yada baska bir aile giderdi multeci kampindan, kimsenin kalmaya garantisi yoktu.

Hollandacayi bir sene boyunca iyi kavradiktan sonra, beni orta okul bire yazdirdilar. En dusuk seviye ile baslayan egitiminde, icimdeki heyecan, istekten dolayi okulda basaridan ziyade, birde hocalarimin gonulleri kazanmistim. Her sene seviyeden seviye yukselirdim. Hocalarimin hepsi Hollandali olmasina ragmen bana cok iyi ornek oldular. Turk okullarinda ogretmenlere soylenilen sarkidaki gibi hem ana hem baba olmuslardi. Hollanda’da kalmam icinde herzaman ellerinden geleni yapmaya hazir olduklarini herzaman demislerdi, ama son karar hukumetindi.

Okulumuz yuruyerek bes dakikaydi. Afganli ve Endenoz arkadasimla her sabah birlikte okula giderdik. Onlar benim ilk arkadaslik kurdugum kizlar olmustu. Hergun yolda ya kavga ediyor;birbirimize küsüyorduk, bazende kahkahar atiyorduk yada birilerinin zorla multeci kampindan sinir disi edilmesine uzuluyorduk.

Birde Lüblanli bir arkadasim vardi, ailesi sadece benimle oynamasina izin veriyordu. Bu arkadasimla oglen, gunduz, aksam her vakit oyun oynardik. Saatlerce futbal sahasinda spor yapmak icin kosu yaptigimiz olurdu. Birgun bu Lublanli kiz bana gelip: “Arkadasim, ikimizinda yasi gelmis 14, 15e, birgun namazimizi kiliyoruz, birgun birakiyoruz! Biz müslümaniz degil mi? Ama müslümanlik adina hayatimizda neler yapiyoruz? Elimiz kolumuz sag, neden namazlarimizi kilmiyoruz?” diye sordu ve ben kendimden utandim. Bu sözler beni derin bir düsünceye sürükledi ve o gün birbirmize, namazlarimizi dost dogru kilacagimiza dair söz verdik. O söz hayatimin sözü oldu…Birdaha birakmadim Elhamdulilah.

Bir sabah yine Afganli arkadasimla okula yururken bana Hollanda’da artik terk etmek zorunda oldugunu belirtmisti. Sanki yuregimden bir parca kopmus gibi hissetmistim o vakit. Teselli etmeye calismistim ama olmamisti… Günler sonra evindeki butun oyuncaklari ve hatiralarini bana vermisti senin olsun diye ve yavas yavas benden vedalasiyordu. Gizli sakli gittikleri icin kamptaki kimseye haber vermemislerdi, sadece ben olup bitenlerden haberdardim. Almanyada’ki babasinin numarasini vermisti, egerki ulasmak istersen burdan irtibata gecebiliriz diye. Bir oglen vakti kamptan ayrildilar, otobus duragina kadar onlarla beraber yurudum ve Afganli kiz bana “Beni sakin unutma” demisti. Ben artik kizin yuzune bakamiyordum ve aglayarak geri kampa kosarak dondum.

Yavas yavas herkes kamptan cikariliyordu. Sadece Lubanli kiz ile arkadaslik kuruyor onunla dertlesiyordum. Hollandaca dilinde daha iyi ilerlemek icin hayattaki yasadiklarimi bir gunlugun icine kaleme aliyordum. En cokta o Afganli bacimi ozledigimi yazdigimi hatirliyorum. Onun arkadasligi bende oyle bir etki yaratmiski, onun verdigi onca hatiralar ve son sozu bana hatri ogretmisti. Bana verdigi numarayi bir kac kere aramistim ama acan hic olmadigi icin, bir dahada aramamistim.

Aylar oldu, seneler gecti, Hollanda hukumeti Irak’in kuzeyinin güvenli oldugunu söyledi ve Hollanda’daki oturumuzu vermek istemediklerini bir kac kere avukat aracigiyla belirttiler. Bunun üzerine ailem, daha fazla bu zor mülteci hayatina dayanamayip, evimizdeki herseyi satmamizi istediler. Evimizdeki bir cok seyi komsularimiza sattik.

Her hafta oldugu gibi yine, bu kerede son kez kagitlarina damga vurmak icin ailem polise gitti. Bu sefer gittiklerinde, Irak’a geri dönüs yapmak istediklerini söylemek içindi.

Annem ve babam polise: “biz son kere damga vurmak icin geliyoruz” dediginde,

polis ise: “evet, son kere geliyorsunuz, dogru tahmin ettiniz”.

Ailem:  “siz  biliyorsunuz?” diye sordudunda,

polis: “cunku size oturum cikti” diyerek kagidi gosterdi ve ailemi guclukle inandirabilmisti.

Resmi kagitlari gosterdikten sonra, ailem mutlulukla eve geldiginde annem beni optu ve bize oturum ciktigini soyledi ama hic inanilacak gibi degildi. Iste…

Allah herseye kadirdir!

Fatih moskee – Amsterdam

Vrijdag, is het een drukke dag in de apotheek. Vooral als de apotheek in het weekend dicht is.

Jaren lang heb ik in de apotheek gewerkt en iedere keer werd ik juist op alle vrijdagen gepland om te komen werken.

Voor het eerst in mijn leven kreeg ik “zomaar” vrij op een vrijdag. Dat was voor mij echt iets bijzonders. Ik had helemaal geen zorgen in mijn hoofd, geen tentamen die ik moest leren of een verslag die ik moest schrijven.

Voor het eerst werd ik vrij gelaten om te genieten van mijn vrije vrijdag! Dat vond ik traktatie waard. Ik wou het zo goed mogelijk benutten door dichtbij Allah swt te zijn.

Ik was afgelopen maanden vrij weinig in de moskee. Dat vond ik erg jammer. Maar gelukkig was er een uitzending over de moskeen in Nederland. Op uitzendinggemist kon ik oude leveringen terug kijken en ook meegenieten van de prachtige moskeeën.

Aangezien ik mijn vrije vrijdag goed wou benutten, besloot mijn omgeving een bericht te sturen over welke mooie moskee ik het beste kon bezoeken. Een van een goede broeder van mij raadde mij aan om Fatih moskee in Amsterdam te bezoeken.

Ooit had ik de intentie om de moskee te bezoeken, wegens parkeerbeperking was het mij niet gelukt om mijn auto te parkeren. Ik kan mij herinneren dat ik ongeveer een half uur met de auto bezig was om een parkeerplaats te vinden.

Deze keer was met het openbaarvervoer, dus daarom kwam het mij goed uit. Ik was zo zenuwachtig, na zoveel jaar mocht ik het vrijdaggebed gezamenlijk verrichten, dit was dan ook mijn eerste vrijdag gebed in Fatih moskee.

Rond 13:30 nam ik de tram naar Rozengracht en zag prachtige oude minaretten aan de buitenkant van de moskee met halve manen in een oude Amsterdamse stad.

Toen ik de gebedsplaats binnen trad, had ik echt zoiets van “wow” Masha’Allah. Wat was het uitzicht toch zo mooi! Ik was helemaal onder indruk van deze prachtige moskee. Ik voelde de blijdschap en vrederust in mijn hart.

De moskee bleek vroeger een oude katholieke kerk te zijn en later werd het in de jaren 80 omgebouwd tot een prachtige moskee.

De mannen zaten voor en er was achter een afschermde plek voor dames die het gebed willen verrichten. In dit afschermde plek voor dames was er ook een gelegenheid om een wassing te halen. Dat vond ik erg praktisch.

Tijdens de vrijdagpreek had de imam over de belangen van schaamte in het geloof. Na het aandachtig luisteren, hadden wij gezamenlijk het gebed verricht en veel dua’s verricht voor iedereen.

Na het gebed ging ik nog eventjes rond kijken in de moskee. Ik voelde net een toerist, terwijl het eigenlijk van ons, van Nederland is…

Bir Gün Sen Düşersen Bende Seni Kaldıracağım!

Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki Van’da Pazar günü meydana gelen 7.2 lik depremde yüzlerce kişi hayatını kaybetti, 2000’in üzerinde kişi yaralandı. Van ve ilçelerinde çok kuvvetli hissedilen depremin hasar ve can kaybı meydana getirdiği il merkezinde 10 bina, Erciş’te 25-30 bina ve 1 öğrenci yurdunun yıkıldığı görüldü.

Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Berktaş ile Bir Hatıra Fotoğrafı
Bu doğal afette birbirimizin acısını paylaşma birbirimize yardım elini uzatma zamanıydı, Çünkü acılar, üzüntüler beraberce azalır. Türkmeneli Dernekler Federasyonu’un destek ve katkıları ile Türkmeneli Sağlık Konseyi Başkanı Op. Dr. Aydın Beyatlı yönetiminde Depremden hemen sonra Türkiye’de yaşayan Iraklı Türkmen doktorlar olarak acil sağlık ekibi oluşturup deprem bölgesine gidildi. Depremin ikinci gününde Irak Türkmen sağlık ekibi işe koyuldu. Türkmen tıbbi ekipte yer alan doktorlar şu isimlerden oluştu: Dr. Aydın Beyatlı, Dr. Münip Necip, Dr. Adnan Kerküklü, Dr. Kürşat Çavuşoğlu, Dr. Yaşar Zeynel, Dr. Ertüğrul Türker, Dr. Zahit Ağaoğlu, Adil Beyatlı (Irak Türkleri Derneği Konya Şube Baş.Yrd). Türkmen doktor sağlık ekibinin bir grubu Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisinde sağlık hizmetlerinde görev aldı, diğer grup ise depremden en ölümcül hasarı alan Erciş’e hareket etti.

Erciş kent merkezinde büyük bir panik ve kargaşa yaşanıyordu; Devlet Hastanesi getirilen yaralılarla dolup taşıyordu. Hastaneye vatandaşların çabalarıyla enkaz altından çıkarılan bine yakın yaralı geldi. Yaralılara hastane bahçesinde müdahale edilirken, bahçeye sahra çadırı kuruldu. İlçe merkezinin yanı sıra çevre köylerden de çok sayıda yaralı hastaneye getirildi. Hastanenin oldukça yoğun olduğunu ancak çalışmaların kontrollü ve başarılı şekilde yürütülüyordu. Erciş’te hastanelerin yetersiz kalması nedeniyle, yaralılar askeri helikopterlerle bölgedeki diğer hastanelere nakledildi.
Polis ekipleri de yaptıkları anonslarla kurtarma çalışmalarına katılmak isteyen gönüllü vatandaşları Hükümet Konağı’na çağırdı.
Türkmen doktorlar kendi ihtisasında yaraları tedavi ediyor ve İlaç veriyordu. Depremin ardından Türkiye’nin dört bir yayından Van’a yardım yağıyordu.

Erciş

Havaların soğuk olması sebebiyle Van’daki depremzedelere mont gönderen bir yardımsever, cebine de kendi cep numarasını yazarak şu notu düştü: “Geçmiş olsun kardeşim, ben de Gölcük’te senin şu an yaşadıklarını yaşadım. Maddi-manevi ne sıkıntın olursa bana 05xxxxxxxxx numaralı telefondan ulaşabilirsin, hiç çekinme.” yazısını koydu. Bu montu alan depremzede cebinden çıkan numaraya 3 gün sonra şu mesajı yolladı: “Allah razı olsun kardeşim. Şu an gönderdiğin montla ısınıyorum. Sana söz, bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım.”
Türkiye, Irak’ta patlamalar sonucu yaralananlara ve zor durumda olanlara yardım kucağını açmıştır. Bugün Van zorda, Biz Iraklı Türkmen doktorları olarak aynı duyguyla hizmete geldik. Biliyoruz bizim yaptığımız denizde damla, ama yine biz kardeşlerimizin acılarını paylaştığımızı gösterdik ve Van depreminde yanınızdayız dedik.
Irak Türkleri Van’daki kardeşlerine destek olmak ve bu acı günlerinde yaralarının sarılmasında bir nebzede olsa merhem olmaya çalıştı. Van Depreminde hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralılara acil şifa diler.
Deprem bölgelerinde Türkmen doktorların gösterdikleri çaba ve katkılarından dolayı Van Valisi Münir Karaloğlu, Van İl Sağlık Müdürü Dr. Orhan Çetinkaya, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Berktaş ve Erciş Kriz Masası Başkanı Fatih Çiftçi teşekkürlerini bildirdiler

Türkmeneli Dernekler Federasyonu Başkanlığı

Montun cebindeki mesaj

Montun cebindeki mesaj
A.TURAN ALKAN
ZAMAN
31.10.2011

Türkiye’de yaşayan Iraklı Türkmen doktorlar, depremden sonra kendi aralarında acil sağlık ekibi oluşturup, zelzelenin ikinci gününde bölgeye ulaşarak işe koşuldular; yara sardılar, ilâç verdiler, destek oldular.

Ekipten bir doktor, tesâdüfen şahit olduğu bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

-Havaların soğuk olması sebebiyle Van’daki depremzedelere giyecek gönderen bir yardımsever, yolladığı montun cebine kendi telefon numarasını yazarak şu notu iliştirmiş: “Geçmiş olsun kardeşim, ben de Gölcük’te senin şu an yaşadıklarını yaşadım. Maddi-manevi ne sıkıntın olursa bana şu numaralı telefondan ulaşabilirsin, hiç çekinme.” Bu montu alan depremzede cebinden çıkan numaraya 3 gün sonra şu mesajı yollamış: “Allah razı olsun kardeşim. Şu an gönderdiğin montla ısınıyorum. Sana söz, bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım.”

Hâdise budur, fazlaca tafsili de gerekmiyor

Bosna gezisi

SaraybosnaHollanda Diyanet Vakfi ve BozPorus gençlik teskilatinin düzenlemis oldugu “Bosna” gezisine, Hollanda’dan yaklasik 50 genç katildi.

16 ekim 2010’da yollara döküldük…
Hollanda’nin çesitli illerden gencler otobüsle alindi, Köln’e kadar götürüldü. Köln’den hareket eden uçak ile Bosna topraklarina aksam saati vardik.

Bosna’da yagmur vardi…Bu yagmur bana Türkiye’ye geldigimdeki Istanbul yagmurunu hatirlatmisti.
Otobusle otelimize dogru giderken, pencereden Sarajevoyu izliyorduk hepimiz. Sarejevo (Saraybosna) bir yandan çok gelismis binalar, bir yandanda hüzün dolu: kirik, hala kursun izleri bulanan binalar içeriyordu.

Aksam saatlerinde otele yerlestik. Konferans salonunda düzenlenen toplantida, rehberimiz Nermina ile tanistiktan  sonra disariya yemege çiktik. Ilk defa Bosna’nin o meshur (kebab) cevapcici’sini Moriça Han’da yedik. Kiymadan yapilan bu kebab, ekmek arasi ve sogan ile sunuluyordu. Yaninda sirkeli tursu yedik ve sebzeli-tavuklu corbayi içtik.

Kovaci mezarligiErtesi gün arkadaslarla beraber Aliya Izzetbegovic’in mezarligina gittik.

Aliya Izzetbegoviç kimdir?
Bunun cevabini genç asena, dava arkadasim: Ezgi Demirbas söyle açikliyor:

“1925 dogumlu olan Aliya Izzet Begoviç, Bosnak halkinin deyimiyle ‘Baba’, müslüman halklarin deyimiyle ‘Bilge Kral’ olarak taniniliyor. Osmanli ordusunda subay olan dedesi Aliya, 1868’de Belgrad’dan Samac kasabasina tayini üzerine, burada toprak satin alarak yerlesti. Osmanli Sultani Abdulaziz döneminde bu bölgeye Sirplarin baskilarindan kaçan müslüman ailelerin yerlesmesi üzerine kasaba Aziziye adini aldi. Aziziye’nin daha sonraki yillarda Hirvat milliyetçileri tarafindan isgal edilmesi üzerine, müslümanlar buradan göçe zorlandilar. Aliya’nin ailesi de 1927’de Saraybosna’ya yerlesti ve Aliya Izzet Begoviç burada dünyaya geldi.
 

   Müslüman Bosnak halkinin varligini korumak amaciyla 2. Dünya Savasindan önce, Bosnak, Arnavut ve diger Balkan müslümanlari tarafindan kurulan ‘Mladi Muslimani'(Genç Müslümanlar Teskilati) kisa zamanda Avrupa’da örgütlenmeyi basardi. Henüz 16 yasindayken, (2. Dünya Savasi sirasinda) bu teskilata üye oldu ve aktif olarak inandigi davasi için her türlü mücadeleye basladi. Aliya, Islamcilik(!) suçlamasiyla 5 yil agir hapis cezasina çarptirildi.Üç evladinin bas harfleri olan (Leyla, Sabina, Bakir) LSB kod adiyla yazilar yazdi. Komunizmin 1946 yilinda iktidara gelmesiyle gençligindeki faaliyetleri bahane edilerek kendisi ve onunla birlikte 2000’ini askin dava arkadaslari tutuklanarak Bosna–Sirbistan ormanlarinda çalistirildilar. Hapisten çiktiktan sonra, hukuk, ziraat, sanat ve bilim konularinda egitim gördü. 25 yil avukatlik ve bir insaat firmasinda yöneticilik yapti. 1983’te “Islam Manifestosu” adli kitabi delil gösterilerek birçok müslüman aydinla birlikte tutuklandi ve Genç Müslümanlar örgütünü yeniden örgütlemek suçlamasiyla 14 yil hapse çarptirildi. Önce 12, arkasindan 9 yila indirilen cezasi 1988 yilinda çikan af ile son buldu.

 
  1990 yilinda Demokratik Hareket Partisi’ni(Stranka Demokratske Akcij(SDA)) kurdular. Oybirligi ile ilk baskani seçilen Aliya’nin kazandigi zaferler
sayesinde bölgede Islamiyet yeniden hayat bulmaya basladi. 3 Mart 1992 gerçeklesen referandumun sonuçlarindan yola çikilarak, Sirplarin müdahalelerine ragmen Bosna-Hersek’in bagimsizligi ilan edildi. 6 Nisan 1992 Avrupa Toplulugu Bakanlar Konseyi Bosna-Hersek’in bagimsizligini tanidi. Ayni gün Bosna Savasi basladi.

  BM tarafindan güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yil sonra Srebrenica, 1995 yilinin yaz ayinda 2. Dünya Savasi’ndan sonra meydana gelen en büyük toplu katliaminin kurbani oldu. Bosnak milleti 6 Nisan 1992 tarihinden 14 Eylül 1995 tarihine kadar sürmüs olan savasta en az 200 bin sehid vererek ve yurtlarindan kopan yine en az 2 milyon mülteci insana ragmen Allah’in izniyle özgürlüklerine kavustular. ”Yemin ederim ki köle olmayacagiz” sözleriyle tehditlere karsi bir iman örnegi sergileyen Begoviç, önderliginde savasta muvaffakiyet kazandilar.

  Yapilan katliam’dan mes’ul olan Bosna Sirp Ordusu’nun Baskomutani Ratko Mladiç’in savas arifesindeyken su sözü içlerindeki kini açiga çikartmaya
yetmektedir; “Iste Temmuz 1995’te Sirp sehri Srebrenica’dayiz. Büyük bir Sirp bayrami arifesinde iken bu sehri Sirp milletine armagan ediyoruz.”

  Buna karsilik Bilge Kral’in çok manidar sözü durumu özetlemistir; “Bosnaklari Bosnak yapan; Sirplardan, Hirvatlardan ayiran dinidir. O olmazsa biz de olmayiz.” diyerek Islam’a olan askini devlet siari haline getirerek mücadelesinde basarili olmustur.

  Aliya, SDA’nin Genel Kurulu’ndaki veda konusmasinda sunlari söylüyordu: “Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanimizla yazdik. Evlerimiz yakilip yikildi. Düsmanlarimiz mert degildi, alçakça katliamlar yaptilar. Yapilan katliamlari dünya simdilerde ortaya çikartilan toplu mezarlardan anlamaktadir. Bu gerçekleri haykirmistik, duyan olmamisti. Tüm acilara ragmen çok sükür ayaktayiz. Yikilan ev ve camilerimizi yeniden insa ettik. Sehitlerimizi rahmetle aniyoruz. Onlarla insallah cennet’de bulusacagiz, onlari Allah’in ve meleklerinin huzurunda sanli direnislerinden dolayi kutlayacagiz. Gelinen noktada hersey bitmis degil, yeni basliyoruz. Baslattigimiz mücadelede eksiklikler olmasina ragmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. Ilerleyen yasim ve sihhatim nedeniyle aktif siyaseti birakiyor, bir nefer olarak ömrümü halkima hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yasayacagim. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayragi teslim edecegim inanmis yüzbinler var. Artik Bosna Hersek hür ve bayragimiz kendi topraklarimizda dalgalaniyor. Selam sana ey halkim.”, ” Ilerlemis yasima ragmen, ümit ediyorum ki, halkimin özgürlüge ve kurtulusa ulastigini görecek kadar yasayacagim. 70 yasindayim ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kisiler ölür, halklar yasar. Mücadelemiz bana bagli degildir. Önemli olan da bu! Sancagi binlerce insan tasiyor…”  diyen Islam dünyasi için bir model lider olan Bilge Kral Aliya Izzetbegoviç, 78 yasinda Saraybosna hastanesinde 19 Ekim 2003’te vefat etti. Vasiyetinde ” Beni sehitlerin yanina defnedin” dedigi için  beraber mücadele ettikleri dava arkadaslarinin, halkinin sehadete ererek defnedildigi Kovaçi Mezarligina ugurlandi. Kabrine Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin kabrinden alinan toprak eklenerek gömüldü.

  Allah mücadelesini baki kilsin. Allah rahmet eylesin ve sehitlerinden kabul etsin.
 

Ezgi Demirbas

Musalla taslariBu yazi bir bilgenin ibretlik hayat öyküsünü anlatiyordu….
Otelimize 5 dakikalik bir mesafede olan, Aliya Izzetbegovic’in türbesine gittik. Kovaçi Mezarliginda, rahmetli Izzetbegovic’in  ve vasiyetindede bilindirdigi gibi, sehit ve dava arkadaslarida vardi. Mezar taslari bembeyaz, bazilarinin üstünde tesbih vardi. Hepsi müslüman isimleri iceriyordu. Etraftaki bulunan eski “Osmanli sarikli musalla tasli” türbelere hiç el dokunmamisti. Oldugu gibi onlarda rahmetli Aliya’ya ve arkaslarina komsuluk ediyorlardi, SubhanAllah.Arkadaslarla topluca dualar okuyup, oradaki yatanlarin ruhlarina hediye eyledik. Bu manevi ziyaretten sonra, sehre dogru yol aldik.

Saraybosna’nin nehir kiysinin yaninda olan 1890 yilinda insa edilmis Bosna Ulusal ve Universite kütüphanesi gördük. Kütüphane Bosna savas zamaninda 25 agustos 1992 tarihinde atese tutulmus, ülkenin ulusal arsivleri, Bosna’da yayinlanan eski gazete kitap ve dergiler gibi eserler yanmis kul olmus, 3 gün boyunca bu kütüphane irkçi Sirplarin atesiyle hep kütüphaneyanmis. Eserlerin birisini kurtarmak için içeriye giren bir kiz, Sirplarin ates acmasiyla oldürülmüs.[1][2]
2010 senesinde olmamiza ragmen kütüphane hala restore halindeydi. Umariz tekrar eserler bulunur, eskisi gibi kütüphane herkese açilir ve eski acilar diner.

Saraybosna’nin berrak akan nehirlerin üstünde nice köprüler vardi. Sehirdeki binalarin cogunda hala kursun izleri vardi. Tramvay yollarinin kenarinda yürürken bir “Türk Hava Yollari’nin” reklamini içeren tramvaylari giderken görmek, Bosna’nin ne kadar Türk hayrani oldugunu gösteriyordu. Saraybosna, tipki Anadolu’ya benziyordu. Bosnak kahvesiyle, börekçiyle, kebabcisiyla, mimari, tarihsel yapisiyla ve nice niceleriyle bana Türkiye’yi hatirlatiyordu.

BegovaÖgle namazini eda edebilmek için gittigimiz Gazi Hüsrev Bey Camisinde Bosnalilar tarafindan büyük ilgi aldik. Bizi görenler içten, yüzlerindeki tebessüm ile “selamun aleykum” dediler. Hepsi sevecen, çok cana yakin ve güler yüzlüydü. Türk oldugumuzu söyledigimizde, bizleri samimi bir içtenlikle kuçakliyorlar, öpüyorlardi. Camide namaz tipki Türkiye’deki gibi Osmanli usulu yapiliyordu. Hatta müezzinin taktigi kirmizi fesi ilgimi çekti. Camiler Bosna’da namaz vaktinden sonra kapaniyor, birdahaki namaz vaktine kadar açilmiyordu.

Saraybosna’nin çogu merkezi yerlerinin adinin Gazi Hüsrev Beg adini tasidigini gördüm. Gazi Hüsrev Begova vakfi, medresesi, camisi gibi. Hakkindaki yaptidigim arastirmada, kendisinin bir Osmanli torunu oldugunu ögrendim. Babasi Bosnak, annesi ise II. Beyazid’in kizi: Selçuk Sultan’dir.

Saraybosna’nin basçarsisinin yer taslari bölük bölüktü… Esnaflari güler yüzlü, hatta bir çok dükkanin adi Türkçe içeriyordu.
Mesala bir kebabcinin adi: Bujrun (yani Buyrun)du ötekisinin adi Istanbul. Çogu müslüman adi içeren nice daireler gördüm. Hatta bazi binalarin duvarinda sehitlerin isminlerini bulunduran nice anitlar vardi. Buda Rahmetli Aliya Izzetbegovic’in su sözünün tutuldugunu gösteriyor: “Savasta büyük zulme ugradiniz. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsaniz yapin, ama soykirimi unutmayin. Çünkü unutulan soykirim tekrarlanir”.

Begova camiOsmanlilar daima Islamiyeti yaymak için mücadele vermislerdi. Bunun yaninda fetih ettikleri ülkelerde yasayan: “semavi dinler” olarak kabul edilen Musevilik ve Hiristiyanlik dinlerinin mensuplarina, hosgörünün üzerinde bir rahatlik içinde yasamalari için kiliserilerine ve sinagoglarina dokunulmamisti. Bu Osmanli tavrinin örnegini Saraybosna’nin sokaklarinda caddelerinde görebiliyorduk. Öglen yemeginden sonra carsinin icine dogru ilerledik. Çarsida bir çok cami, kilise ve sinagog vardi. Hatta aralarinda küçük bir mesafelerle yan yana duruyorlardi.

Sebze meyve satan Markale pazar ortaminda, diger binalardada gordugum gibi sehit isimlerinin yazildigi bir duvar gördüm. Savas zamaninda bu pazar yerine bomba atilmis, 68 sivil sehit edilmis.[7]

Ögle yemegini yemek için Saraybosna sehrindeki Radon Plaza oteline gittik. Otelin en üst kismindaki bulunan lokantadaki oturum yeri hafif bir sekilde 360 derece dönüyordu. 70 metrenin üstünde olan bu lokantadan Saraybosna’nin kusbakisini görebiliyorduk.

Aksama dogru, rehberimiz Nermina’nin köyüne, Kacuni’ye gittik. Kanuci Zenica, ile Saraybosna arasindaki küçük bir köy. Orada bulunan tekkeyi ziyaret ettik. Tekke’nin içindekiler o kadar çok cana yakin ve misafirperverdiler. Oranin hocasi çok güzel Türkçe konusuyordu. Bize hos geldin ettikten sonra, çay ikram edildi. Tekke’nin icinde bir çok hat eserleri ve hatta Fatih Sultan Mehmed’in fethi hakkindaki bir tabelo vardi, MasaAllah. Bu millet ne kadar çok Osmanliyi seviyordu, ne güzel bir hayranlik besliyorlardi, tam ibret alinacak bir durumdu…

Aksam namazini cemaat ile eda ettikten sonra, tekke’de, haci adaylarini, hacca ugurlamak için güzel bir mevlüd düzenlendi. Ilk önce def ile Türkçe ve Bosnakca ilahiler okundu, daha sonra halka kuruldu ve sesli bir sekilde Allahin isimleri, gur bir sesle zikir edildi. O tatli an, kelimelerle anlatilmayacak kadar güzel manevi doluydu.
2.gün
Tuzla merkez camiErtesi gün 18 ekim pazartesi günü sabah kahvaltisindan sonra otobüsle Bosna’nin Tuzla sehrine gittik. Tuzla Bosna Hersegin 3ncü büyük sehri. Etrafda Tuzla üniversitesine giden yüzlerce gençler gördüm.  [3]

Bosna’nin kuzey batisinda yer alan bu sehrin ismi zamanla Türkçelesmis, Tuz yeri anlamina gelen, Tuzla adini almis.
Tuz madenlerinin bulundugu sehirde, tuz çikartma islemi yapildigi için, tarihi binalarin çogu çokmüs ve bir cok binadada çatlaklarin olustugunu gördük.[4]

Ögle namazini sehrin merkezindeki merkez camide eda ettik. Caminin avlusunda bulunan yasli dede, hatiralik esyalar satiyordu. Ona Irak Türk’ü oldugumu söyledimde, Türkçe bilen bu bey amca, benim evimde Türkmeneli tv var demesin mi? Herzaman izliyorum demesi beni ayireten sasirtti. Onunla yapmis oldugumuz kisa bir muhabbeten sonra, “Türkmeneli’ne neler demek isterdin?” diye sordugumda: “Tüm müslümanlara selam olsun” dedi.
Ögle yemeginden sonra o amcayi bir daha o açtigi tezgahta göremedim ve veda etme imkanimda olmadi.

Caminin tam karsisinda bir çesme vardi. Rehberimiz, Srebrenitsa’daki sehitlerinin anitinin oldugunu söyledi. Bir muddet sonra, sehrin carsina dogru yürüdük. Kapija adli bir binanin önünde yine bir sehit aniti vardi. 25 mayis 1995’te düsen bir bombanin sonucunda 71 sivil, irkçi Sirplar tarafindan öldürülmüs.

sehitArkadaslarla beraber otobüsle Tuzla’nin “Pannonica Tuzla” adli açik hava müzesine gittik. Bu müzede eski tarihi Tuzla sergileniyordu.
Bu müzenin hemen az ilerisindeki 71 Bosnali’nin mezarliginada gittik. Sehitlerin çogu gençlerden olusuyordu. Içlerinde hem müslümanlar, hemde hiristiyanlar vardi. Hele 3 yasindaki Sandro Kalelic adli çocugun mezari dikkatimi cekti. Dogum tarihi: 1992 (Bosna savasinin baslangici) Sehit yildonumu 1995, Savasin bittigi sene… Annesinin bir hiristiyan, babasininda müslüman oldugunu ögrendim. Allah onlari ve tum sehitlerimize rahmet eylesin.
kovaci3.gün
19 ekim sabahi, yagmurlu bir günde Aliya Izzetbegoviç’in 7nci vefat yil dönümünü anmak için Kovaçi mezarligina gittik. Resmi sahsiyetlerin ve medya’nin yogun oldugu bu günde, Aliya Izzetbegoviç’e, dava arkadaslarina ve oradaki bulunan kabir ehline dualar okundu. Bu töreni uzaktan izliyerek, bizlerde dualara eslik ettik.

Bu merasimin ardindan otobüsle Bosna’nin Travnik sehrine dogru ilerledik. Bu sehre, Bosna’nin Istanbul’uda deniliyor.
Osmanli’nin fethinden sonra bu sehirin nufusunun büyük bir çogunlugu müslüman olmus. Bu sehir, Osmanli zamaninda nice devlet adamlari yetistirdigi için, vezilerler sehri olarakta taniliyor. Hatta kente 19 vezirin mezarlari/türbeleri bulunuyor. Bunun yani sira sehirde bir çok tarihi cami ve kilise bulunuyor.

FermanÖgle vakti, Travnik’in tepesindeki bir kiliseye gittik. Kilisin papazi bizleri karsiladi. Bu kilisinin içinde Osmanli tarihine ayit, kilic, elbise, esya gibi nice eserler vardi. Bunun yani sira, Fatih Sultan Mehmed’in Bosna fermani’nin aslida bulunuyordu.
Bir kilisenin böyle bir degere sahip çikmasi ve güzel bir sekilde muafaza etmesi beni sasirtti.[5]
Fermanda: Yasin Hayal’e sorgulama sirasinda Fatih Sultan Mehmet’in bu fermani okutularak, söyle denilmis:

“Ata’nin yaptigina bak, bir desenin yaptigina…”

“Nisani-i humayun su ki

Ben ki
Sultan Mehmed Han’im;

ust ve alt tabakada bulunan
butun halk tarafindan su sekilde bilinsin ki,

bu  fermani tasiyan Bosna rahiplerine

lutufta bulunup su hususlari buyurdum:


Sozkonusu rahiplere ve kiliselerine

hic kimse tarafindan engel olunmayip
rahatsizlik verilmeyecektir.

Bunlardan gerek ihtiyatsizca

memleketimde duranlara ve gerekse
kacanlara emn u aman olsun ki,

memleketimize gelip
korkusuzca sakin olsunlar ve

kiliselerinde yerlessinler;

ne ben, ne vezirlerim ne de halkim
tarafindan hic kimse bunlara herhangi bir sekilde
karisip incitmeyecektir.

Kendilerine, canlarina,  mallarina, kiliselerine ve

disardan memleketimize getirecekleri kimselere

yeri ve gogu yaratna Allah hakki icin,

Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)
hakki icin,

yedi Mushaf hakki icin,

 yuz yirmi dort bin peygamber hakki icin ve

kusandigim kilic icin en agir
yemin ile yemin ederim ki,

yukarda belirtilen hususlara soz konusu rahipler

benim hizmetime ve benim
emrime itaatkar olduklari surece

hic kimse tarafindan
muhalefet edilmeyecektir.”
[6]

medreseTravnik’in o meshur tarihi kalesine arkadaslarla çikip, Travnik’i, aksam ezzaniyla seyir ettik. O tarihi minarelerin, Osmanli topraklarinda namaza çagrisini duymak, hepimizin tüglerimizi ürpertti, SubhanAllah.
Aksamin ilerki saatlerinle arkadaslarla beraber Elci Ibrahim Pasina Medresesine gittik. Bu medresede 4 senelik bir lise, icinde hem normal lisenin dersleri vardi, hemde islami bilgileri veriyorlardi. Osmanli zamaninda kurulmus olan bu lisede ayrica 2 Türk ögrencide vardi. Hatta Bosnak konusmacasinin tercümesini yapan Türk ögrenci, Bosna’nin hiç zor olmadigini anlatti. Konusmaci, gelen yillarda daha fazla Türk ögrencilerini medresede görmek istedigini ve Bosna-Türk-Islam köprüsünü olusturmak istediklerini dile getirdi. Arkadaslar, bizim yasimiz geçti dediler, ama Allahin izniyle bu kopruyu olusturabilmek için, ya yegenimizi, yada kendi çocuklarimizi bu okullara gönderecegiz diye söz verdiler.


4. gün
kaleSabah erkenden yollara koyulduk. Bu sefer istikametimiz Pocitelj’ti. Pocitelj bir zamanlar Türklerin yasadigi köy olarak taniliyor. Ögle namazimizi burada eda ettikten sonra, kaleye dogru yürüdük. Kalenin etrafinda çesitli yesil agaçlar vardi. En çoguda nardan olusuyordu. Daha sonra kalenin en yüksek yerine çiktik. Osmanli’larin torunlari olarak Türk bayragini kalenin en yüksek tepesinde dalgalandirdik.

Asagiya indigimizde satiçilarin kulahlar içinde nar parçalarini, mandalin ve kuruyemis türü yiyecekler sattiklarini gördüm. Hepsi taze ve göz kamastiriyordu. Pocitelj’den sonra Mostar’a dogru yol aldik.Mostar, Bosna’nin en büyük sehri olarak tanilan bir sehir. Neretva Nehri’nin üzerinde yer alan Mostar köprüsü Mimar Sinan ögrencisi “Mimar Hayrettin” tarafindan 1566 yilinda insa edilmis. Söylentilere göre sehrin erkekleri, nisanlilarina cesaretlerini göstermek için dügün öncesinde köprüden atlarlarmis.

Köprünün dogusunda müslümanlar batisinda ise Hirvatlar yasiyorlar. Köprü sembolik anlamda hosgörü ve kültürel çesitliligi gösteriyordu.

Her savas zamaninda koprüyü hedef alan Islam düsmanlari olurmus. En son Bosna savasinda ilk önce ’92 senesinde Sirplar tarafindan daha sonrada ’93 senesinde Hirvatlar tarafindan yikilan köprü büyük hasar görmüs. Hasari onaylamak isteyen Ingilizler, yerine demir bir köprü yapmislar. Daha sonra 1997 senesinde Türk sirketi olan ER-BU, köprüyü tekrar insaat edebilme görevini üstlenmis. Yogun çalismadan sonra 2004 senesinde köprü  Prins Charles tarafindan tekrar hizmete açilmis.[8]
yetimhaneGurubumuz ikiye ayrildi. Bir kismi ilk once Blagaj’daki Sari Saltugun tekkesine, daha sonrada Mostar köprüsüne gitti. Diger kismimizda ilk önce Mostar köprüsüne ve sonrada yetimhaneye gitti.

Arkadaslar arasinda topladigimiz parayla, yetimhanedeki yetimler icin hediyeler aldik. Mostar’daki bulunan Misirli Osman Ahmed Osman yetimhanesine gittik.

Aksamin geç saatlerinde geldigimiz için yetimlerin çogu uyuyordu. Rahatsizlik vermemek için, sadece arkadaslarimizin bir kismi içeriyi girip hediyeleri dagitabildi. Orada bir genç oglanla tanistim, adi Serif’di. Yalin ayagiyla bize eslik etti, ne kadar cok içeriyi gir, soguk desekte, sevinçten önemli degil diyordu. Gittigimiz yetimhanedeki çogu gençler, ergenlik cagindaydi. Bizleri “Selamun aleykum” diyerek karsiladilar, “Allaha emanet” diyerek yola saldilar. Bu kadar çok diline ve dinine samimi olan bu gençler beni duygulandirdi, çünkü kendi etrafimdaki gençler son zamanlarda, anca bye bye, diyerek vedalasabiliyordu. Helal olsun bu gençlere, INSALLAH bu gelisimiz son olmaz.

sehitlik5.gün
22 Ekim 2010 tarihinde sabah erkenden Srebrenitsa’ya gittik. Rehber arkadaslarimiz bugünün aci dolu ve anlamli bir gün olacagini önceden tembihlemisti. Ilk önce Potaçari sehitlik anitina gittik. Ögle namazini arkadaslar o sehitlikteki, askerler ile beraber eda ettiler. 1995 senesinde, Srebrenitsa sehrinde gerçeklesen katliamda, binclerce müslüman Bosnak halki sehit edilmis.

Bu katliam hakkinda rahmetli Aliya Izzetbegovic söyle buyurmus:
“…Düsmanlarimiz sadece tek bir irk taniyorlar; kendi irklari, tek bir din taniyorlar; kendi dinleri, tek bir siyasi parti taniyorlar; kendi partileri. Kendilerinden olmayan ne varsa onlar açisindan yok edilmeye mahkumdur…” 
 
 

YasarevicHala cesetleri belli olmayan, sehitlerin arastirmalari devam ediyor. Sehitlikte mezarlarin hepsi ya beyaz musalla tasi iceriyordu, yada yesil bir tahta.Hepsinin adi müslümandi…Birkac soyisimlerde Türkce iceriyordu: Kardesevic, Yasarovic, Kurtic, Izmirlic… Zaten katliami yapan alcak soykirimin mimari Sirp ordu komutani General Ratko Mladiç, Sirp Televizyonunda yapmis oldugu konusmasinda: “Türkler”den intikam alma zamaninin geldigini ve sehrin Sirp milletine bir hediye oldugunu” söylüyordu. Türkler olarak nitelendirdigi, aslinda kendi etnik kökenli olan Bosnak Müslüman halkiydi. Bir buldugum yazida bir Bosnak söyle anlatiyordu: “Sirplar bizi tasidigimiz Türk isimlerimizden dolayi öldürdüler.” Nitekim, Sirp ve Hirvatlar, Bosnaklar’a ‘Türk’ diyorlardi ve “burada Türkleri istemiyoruz, Bütün Türkleri Türkiye’ye gönderecegiz” sloganlariyla bu insanlari öldürüyorlardi. Bugün hala Srebrenica’da duvarlarda katliam esnasinda Sirplar tarafindan yazilmis “Sve Turci u Turciju-Bütün Türkler Türkiye’ye” sloganlarina rastlamak mümkündür.[9]
Bu asalik komutan büyük arastirmalara ragmen hala bulunamamistir bu günümüze kadar.
Rabbim bizlere müslüman Bosnak halkinin hakkini: Slobodan Milosevic, Radovan Karadzic ve Ratko Mladic’den almayi iki cihanda nasip eylesin.

Potcari sehitliginin hemen karsisinda, savas zamaninda BM’de görev gören Hollandali’larin kaldigi yer bulunuyordu. Binanin duvarlarinda, nefret edilecek kadar saçma sapan yazilar, açik kadin karikatürleri ve günleri saydiklari rakamlarin çizgileri bulunuyordu. Bir Hollanda vatandasi olarak bu yazilardan ve resimlerden gerçekten utandim.

camiNe yazikki Hollanda 1995 Srebenitsa katliamindaki suçlulardan oldugunu hala üstlenemiyor.bayraklarla sehit analari

Öglenin ilerleyen saatlerinde Srebenitsa’da bulunan yeni insa edilmis camide, mevlüd dinledik. Ne hikmetse çogu karsilastigimiz camilerin imamlari benden güzel Türkçe biliyorlardi, MashaAllah. Mevlüde sehit anneleride katildi. Hepsi cana yakin, içlerinde ne kadar çok aci besleselerde tebessüm edebilen teyzelerdi. Camide üsüdügümüzü gören teyzeler, kendi ayaklarindaki patigi çikartarak üsüyen arkadaslara verdiler. Mevlüdten sonra kisa bir görüssmeden sonra, sehit analariyla hatiralik resim çekindik.
Otobüsle geri Saraybosna’ya döndügümüzde, arkadaslarin çektigi resimlere bakarak göz yaslarinin yanaklarindan süzüldügünü gördüm.
Srebenitsa tam bir ibretlik sehir. Hollanda’ya döner dönmez bu katliam hakkinda arastirmalar yapip, neden hala kimse bu katliami üstlenmiyor? Neden Bosnak sehitlerin cesetleri hala bulunamiyor ve daha nice neden adli sorularin arastirmasini yapmak için kendime söz verdim.

Sehitlerin diyari Srebenitsa’dan hüzünlü bir sekilde ayrilirken, gece vakti tekrar Saraybosna’ya döndük.
 
 

kahve6.gün
22 ekim günü, Saraybosna’da pazar yaparak geiçrdik. Sevdiklerimize hediyelik bakirdan yapilan kahve seti, sucuk ve pastirma aldik. Bütün günümüzü güzel ve anlamli bir sekilde degerlendirebilmek için elimizden geleni yaptik. Bu serbest günün en güzel yani, vakti geldiginde namazi en yakin camide eda edebilmekti. 
Aksam yemegini yemek için son kez, merkezde bulunan Zeytin lokantisina gittik. Orada isleyen Hüseyin abi, gezimizin nasil gectigini, neleri ogrendimizi sordu. Ayni zamanda bizlere nasihatlarda bulunarak, gezdigimiz yerlerden ibret almamizi istedi.
Bu anlamli konusmadan sonra, otelemize geri döndük. Yarin son günümüzdü. Saraybosna’yi daima bir Osmanli sehri olarak hafizamdan silinmiyecek. Dilerim Allah’tan bu maneviyati bol olan sehirler, öz degerlerini, benligini korurlar ve daima böyle asil duruslariyla herkese Osmanliyi daima hatirlatirlar.

Tünel7.gün
23 ekim günü “Tünel müzesine” gittik. Bu tünel Bosna-Hersek’te savas sirasinda alt geçit olarak kullanilmis. Savas’ta 800 metre uzunlugundaki bu tünel, 93 senesinde 4 ay 4 gün içinde yapilmis.

Bu tünel hakkinda TRT’deki su anlamli yaziyi buldum:

Eski Yugoslavya’dan bagimsizligini ilan eden Slovenya, Hirvatistan ve ardindan Bosna-Hersek’e savas ilan eden dönemin Sirbistan Devlet Baskani Slobodan Miloseviç ile isbirligi kuran Bosnali Sirplar, Bosnak nüfusunun yogun yasadigi kentlere silahli saldirilar baslatti.
Ülkeyi adeta ’’cehenneme’’ çeviren bu saldirilardan en fazla etkilenen kentlerden biri, bir zamanlarin ’’baris ve huzur kenti’’ Saraybosna oldu.

Tam üç yil boyunca kusatma altinda kalan Saraybosna’ya, kentin çevresindeki daglarda konuslanan Sirp birlikleri günde ortalama iki bin bomba yagdirdi. Kentte, ele geçirdikleri bölgelerin yüksek binalarinda konuslanan keskin nisancilar, ’’insan avcilari’’ oldu. Gida ve ilaç sikintisinin had safhaya ulastigi kentin bu kaderini degistirmek için Bosna-Hersek’in merhum Devlet Baskani Aliya Izzetbegoviç ve arkadaslarinca çözümler aranmaya baslandi.

“Hayat Tüneli” sehrin makus talihini degistirdi
Savas sirasinda Bosnaklara gönderilen yardimlarin havaalanindan kente ulastirilamamasi nedeniyle, Izzetbegoviç baskanligindaki bir heyet, bir tünel kazilmasi
yönünde karar aldi.

Saraybosna Havaalani ile Butmir bölgesi arasinda kalan 800 metrelik alana tünel kazma çalismasi baslatildi. Gizlice 1993 yilinin Temmuz ayinda baslatilan çalisma 4 ay, 4 gün sürdü. Askerler ve halkin isbirligiyle kazilan bu tünel, bir metre genisliginde, 1,6 metre yüksekliginde ve 800 metre uzunlugundaydi.

Tünele havaalanindan gelen yardim malzemesinin nakli için raylar ve vagonlar da yerlestirildi.

Tünelin hayata geçirilmesiyle birlikte savasin ve Saraybosna’nin kaderi artik degismeye basladi. Silah, gida, ilaç ve gereken her türlü sevkiyat bu tünelden yapiliyordu.

Tünelin açildigi ev simdi Savas Müzesi
Saraybosna Uluslararasi Havaalani’na 800 metre uzakliktaki tünelin kazilmaya baslandigi Dobrinya Mahallesi’ndeki iki katli ev, savas müzesine dönüstürüldü.
Halen müze olan evin dis cephesinde mermi izleri, iç duvarlarinda ise savasa ait unutulmaz resimler, asker giysileri ve ekipmani teshir ediliyor. Her gün yüzlerce turist tarafindan ziyaret edilen müzede, ziyaretçilere, müzenin kazilmasi sirasinda ve savas sirasinda çekilen görüntüler izletiliyor.

Dünyanin dört bir tarafindan gelen turistler, müzeyi ziyaret ederek, Saraybosna’nin savas izlerini yakindan görme sansi ve o sirada savasin taniklariyla sohbet etme imkani elde ediyor.

Evin sahibi Kahraman Nine
Tünelin kazilmaya baslandigi evini Bosna ordusuna tahsis eden ve o sirada çalisanlara yemek hazirlayan Sehide Kolar, simdi ilerleyen yasina ragmen müzeyi
görmek için gelenleri evinde agirliyor.

Türklere karsi özel ilgi gösteren ve sadece ziyaretçilerinden Türklerle konusmayi tercih eden Sehide Kolar, tünelin kazilmasiyla Saraybosna halkinin kurtulusunun saglandigini söyledi.

’’Bu tünel olmasaydi Saraybosna zor kurtulurdu’’ diyen Sehide nine, sözlerini söyle sürdürdü:
’’Biz burada neredeyse üç yil boyunca çaresiz bir sekilde kapali kaldik. Tek ümidimiz bu tüneldi ve bu tünel hem sivil halki, hem askerleri hayatta tuttu.

Aslinda bizim üç yil süren bu zor durumumuz baska insanlarin durumlarina bakilirsa pek de zor sayilamaz. Dünyanin tam olarak neresinde bulundugunu bilmesem bile Gazze’yi duydum. Oranin insanlari uzun yillardir kusatma altinda yasiyor. Biz üç yilda bu kadar zorluk çektiysek, onlarin çektikleri zorluklari hayal etmek bile zor.’’

Kolar, yarali Bosnak askerlerinin, farlari yakilmayan ve motor seslerinin duyulmamasi için yavasça seyreden kamyonlarla tünele getirildigini, bu islemin gece ve çok gizli bir sekilde yapildigini ifade etti.

Savas sirasinda yasananlari asla unutamayacagini söyleyen Sehide nine, Türk halkina savas zamaninda Bosnaklara gönderdigi yardim için ayrica tesekkür etti.[10]

Arkadaslarla beraber tünelin bir kismindan geçtik ve orada bulunan esyalari inceledik. Tünelin bulundugu yerden hava limani cok kolay görünüyordu. Etrafdaki bir köprünün üstünde ayyildiz cizildigini gördüm. Hala duvarlarda kursun ve bomba izleri vardi…

Bu anlamli müze gezisinden sonra hava limanina geri döndük. Böylece 7 günlük gezimiz sona ermisti. Çok cana yakin olan rehberimiz Nermina’dan veda ettik.
Bütün gezi boyunca yanimizdan ayrilmayan, tam bir abla olan Nermina’nin iyiligini hic unutmayacagiz.

DuaSon söz
Bosna, annemin bize çocukken ögrettigi dualarda andigimiz ülkeydi. Bosna bizlere çogu seyi ögretti. Bunlari yazdigim yazida anlatmaya calistim.Dilerim Allah’tan gitmeyen arkadaslarimada gitmek ve ibret almak nasip olur.
Emegi geçen, Hasan ve Onur kardeslerimizden Allah razi olsun. Dualarda Bosna’yi unutmamak dilegiyle,
 

Türkmeneli

Kaynakca:
1) http://yunus.hacettepe.edu.tr/~tonta/yayinlar/tkmazi95-3.pdf
2) http://tk.kutuphaneci.org.tr/index.php/tk/article/viewArticle/1319
3) http://site.mynet.com/bosnavehersek/bosna/id14.htm
4) http://www.bosnakdunyasi.com/haberdetay.asp?ID=1133
5) http://www.trt.net.tr/trtturk/HaberDetay.aspx?id=ee5ae120-08bc-4a13-b03e-fef456fc219e
6) http://mehmetedebali.wordpress.com/2007/02/12/fatih-sultan-mehmetin-bosna-fermani/
7) http://tr.wikipedia.org/wiki/Markale_katliamlar%C4%B1
8 ) http://tr.wikipedia.org/wiki/Mostar_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC
9) http://www.sifirforum.com/forum/viewtopic.php?t=1811
10) http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=cc6d7d00-2a51-41a2-8a5c-626034fe9cb7

Son düzenleme: 30-7-2011

Ikbal abla’nin bir sohbetinden ögrendiklerim

Ikbal Gürpinar’in bir sohbetine katildim:
Yapmis oldugu sohbet konusmanin anlam, onemi ve hayir hakkindaydi.

Ben seni orada bekliyecegim sozunu, her turlu sekilde soyluyebilirsin. Soyleme seklin, o cumlenin manasini degistirir.

“Ben”seni orada bekliyecegim.
Yani ben bekliyecegim seni, baskasi degil.

Ben “seni” orada bekliyecegim.
Seni bekliyecegim, baska birisini degil!

Ben seni “orada” beliyecegim.
Orada, bekliyecegim, herzamanki bulustugumuz yerde.

Ben seni orada “bekliyecegim”
Sabirla, gelsende gelmesende bekliyecegim!

Bazi insanlar seni seviyorum der, yattigi yerde.
Bazi insanlar guzel bir tebessum ile seni seviyorum derler.
En guzelide vicudun verdigi konusmadir.

DERT
Birde derdin oldugu vakit, sevinmelisin.
Cunku o derdin ardindan, sabir ve mucadele ettigin vakit, karsilacagin güzelligin farkina varacaksin. Cunku herseyde bir hayir var.
O supriz/hayir ile karsilastigin zaman sukur edeceksin.

Hatirlanmaya deger bu yaziyi,onun icin dilimin yettigi kadariyla anlatmaya calistim.

Kardesimin paylastigi bir yazi, iste BEN

BASİT Biri Değilim.Gözlerimi Kanatırcasına Ağladığım Gecelerim de Var, Kahkahalara Sarılmış Anılarım da. Herkes Kadar DERTLİ, Bazılarından FAKİR, Çoğundan ZENGİNİM. Küfemde Taşıdığım Hayallerim, Söylenecek Şarkılarım, Paylaşılacak Dostluklarım Var.. Bilmeyene Sevmeyi Öğretecek Kadar Büyük Bir KALBİM,Gidene Beddua… Edeme…yen DİLİM Var.Yüreğimi Korkak Büyütmedim.Kaybettiklerim, Dağıttığım Servetimdir..!

Hos geldiniz

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!

Avrupa’daki Türk Gençliği Kendi Kültürü ve Tarihiyle Buluşuyor! (günlük)

Yaklaşık bir sene olmuştu Türkiye’yi göremeyeli… Herzaman ki gibi tatlı Türkiye anılarımı yad ederken, hiç göremediğim Şehitler Diyarı Çanakkale, Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu şehir , tarihiyle zengin olan İstanbul ve Anadolumun diğer güzel illeri aklımın ucundan çıkmıyordu.

Mayıs ayında, Multifestijn kültür fuarında Irak Türklerini temsilen hizmette bulunmuştuk. Fuardaki Irak Türkmen çadırımızı ziyaret eden T.C.  Hollanda Başkonsolosu ve heyeti bizden memnun kalmış ve bizim de, gençler olarak “Avrupa’daki Türk Gençliği kendi kültür ve tarihiyle buluşuyor” adlı projeye katılmamızı istiyordu.

 Yeni bir işe başlamıştım. İşin yoğunluğu ve izin alamama tedirginliğimden dolayı başvuruda bulunmak için yazılmadım, ta ki yazıların genç kızların başımızda bir ablanın gelmesini çok istiyoruz demesi, birkaç yöneticin de ısrarından sonra, işyerinden izin almaya çalıştım. Sübhanallah doğal olarak tatil listesi izin alabilmek isteyen kişilerin isimlerle dolup taşar, ama 7 temmuz ile 19 temmuz arası kimse izne gitmek için ismini yazdırmamıştı, ağzım açık kalmıştı. Gitmek için eczane izin vermişti. Kaydı yaptırabilmek için başvuru mektubu yazdım, birkaç gün sonra onaylandığını öğrendim… Allah’a sonsuz hamdolsun!

 7 Temmuz sabahı Schiphol havalimanından İstanbul’a uçacaktık. Sevinçten yatamıyor, bir yandan valizimi hazırlıyor, bir yandan da arkadaşlarıma mektuplar ve hediyeler hazırlıyordum. İçimi acayip bir mutluluk kaplamış, içim içime sığmıyordu. Allah’ım sana sonsuz şükür ediyorum!

1. gün
7 temmuz 2010 sabahı İstanbul Atatürk havalimanına varmıştık. Projeyi yöneten liderler bizi beyaz karanfiller ile karşılamıştı. Orada olmanın heyecanını şöyle dile getirebilirdim ancak: “Kendimi bir rüyada hissediyorum ve ben bu rüyadan uyanmak istemiyorum”.

Havalimanından otobüslere binerek otele doğru ilerledik. Otobüsün penceresinden şöyle etrafı seyrederken, İstanbul’da bulunan çoğu dükkanların yabancı isimler ile adlandırıldığını gördüm. Bu durum beni haliyle üzdü… Kendi kendime düşünüyordum… Fatih Sultan Mehmed bugünleri görseydi acaba kim bilir ne kadar çok üzülürdü. İnşallah gün gelir bu isimler tekrar Türkçe olur.

İkindi vakti otele yerleştikten sonra, akşam yemeği yedik ve otobüsler ile İstanbul turu yaptık. Boğaz köprüsünden geçtik ve Çamlıca’ya doğru ilerledik. Orada Sevgi bacımla ve ailesiyle buluşmanın sevincini yaşadım. Çamlıca’dan İstanbul bir başka güzellikte görünüyordu. Karşı taraftan Üsküdar ve Kız Kulesi görünüyordu. Oraya gidemeyeceğimiz için Osman Öztünç’un Üsküdar adlı parçasını dinledik ve o güzel İstanbul gecesini seyrettik…

2.gün

İstanbul bizi o güzel yağmuruyla bizi karşıladı. Bu gece Miraç Kandiliydi. 350 gençten 41 tane, otobüs sekiz ile Sultan Ahmed’i, Ayasofya’yı, Yerebatan müzesini, Topkapı’yı ve Dikilitaş’ın bulunduğu yerleri ziyaret ettik. 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesiyle Müslümanların himayesine giren, Mustafa Kemal Atatürk tarafından da 1935 yılında müze olmasına karar verilen Ayasofya’ya gittik. İstanbul’un fethinden sonra şehre giren Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya giderek Bizans’ın bu en büyük mabedinde ezan okuttuğunu ve şükür namazı kıldığını öğrendik. Müsaade edilseydi, ecdadımızın o yaptığı hareketi bizde gerçekleştirir orada Türkiye’ye kavuştuğumuz için iki rekat şükür namazı kılardık.

Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yapmış olduğu dev Allah, Muhammed ve dört halifenin adı geçen levhaların tarihini okuduktan sonra burada canlı şekilde görebilmek, Türk İslam sanatının ne güzel olduğunu gösteriyordu.

Ayasofya’ya karşısında yer alan Sultan Ahmed Camii komşuluk ediyordu. Bu caminin ikinci adının Mavi Camii olduğunuda orada öğrenmiştim. Yerebatan Sarnıcı müzesinde de, Bizans İmparatorluğu halkının su ihtiyacını gidermesi için burayı, bu sarnıcı kullandığını öğrendim.

Topkapı’da bazı Osmanlı padişahlarının hatıralarını, eserlerini gördüm. Hepsi birbirinden değerliydi. Hele ki Topkapı’da sancağın dikildiği yer hala gözümün önünden gitmiyor!

Dikilitaşı da gördükten sonra, Sultan Ahmed yakınlarında bir öğle yemeği yedik. Yemeği yedikten sonra dışarıya öğle namazını kılmak için yol alırken, Türkistan aş evini görmek, nice seneler sonra nasip oldu. Arkadaşım Zehra ile içini ziyaret etmek istediğimizde, kalabalık olduğunu gördük. Misafirleri rahatsız etmeden erken ayrıldık ve geri bulunduğumuz yere döndük.

Akşama doğru kapalı çarsıyı gezdik. Her yerde kandil simidi satıldığını gördüm. İlk defa bir kandili bu genç yaşımda yaşıyor olmanın sevinicini yaşayarak, kandil simidi aldım ve arkadaşlarımla paylaştım. Herkes mutluydu, sevinçliydi. Kapalı çarşıda otururken bir turistin yanımda oturduğunu fark ettim. Kandil simidini O’na da buyur ettiğimde sevinerek aldı ve teşekkür etti. Çarşıda bulunan esnaflar gurbetçi gençlerin geldiğini duymuşlardı ve hepimize içecek verdiler, yanımızda bulunan Japon turiste de. Turist şaşırıyordu ve sordu, bugün ne var ki insanlar bu kadar birbirine yemek veriyor paylaşıyorlar. Bugün Miraç Kandili dedim ve İngilizce bilgimin yettiği kadar Miracı anlatmaya çalıştım. Anladığını belirten turist, Türkleri ve Türkiye’yi çok beğendiğini söyledi.

Aslında akşam Eyüp Sultan Camiine gidip, Miraç Kandilini dopdolu bir şekilde değerlendirmek istemiştik ama kısmet olmamıştı. Yoğun yağış nedeniyle, akşam yemeğini otelde yiyip, otelin bir odasında gençler ile toplu bir şekilde Miraç Kandilini kutladık. Başönde Yasin abimiz biz gençlere nice hayırlı sohbetlerde ve nasihatlerde bulundu. Güzel bir dua ile Miraç Kandilini değerlendirdik ve odalarımıza geçtik. Bu güzel sohbetten feyz alan arkadaşlar, odalarına çekilerek namazlarla, dualarla ilahilerle bu geceyi hayırlı bir şekilde değerlendirdiler… İşte bu da bir güzel Miraç Gecesiydi.

3.gün

Sabah kahvaltısından sonra Dolmabahçe Sarayına gittik. Hepimiz sırılsıklam ıslanmıştık. Dolmabahçe Sarayının Sultan I.Abdülmecid tarafından yapıldığını öğrendim. Saray’da Rahmetli Atatürk’ün odalarını, gelen heyetlerini nerede karşıladığını gördük. Sarayın içinde bulunan bazı portreler beni üzdü. Şahsen böyle değerli birinin evinde bu tür portrelerin bulunması doğru değildi.

Dolmabahçe Sarayından güzel bir İstanbul görüntüsünü izledik… Yanında bulunan Beşiktaş İnönü Stadı’nı görmek de nasip oldu. Geziden hemen sonra MiniaTürk’e doğru ilerledik. Hayatımda hiç göremediğim yerlerin maketleri vardı. Onları bir bir gördük. 

Bunun yanı sıra Panorama 1453 müzesini ziyaret ettik. Müzenin en üst katında sanki bir savaş ortamı vardı. 1453 İstanbul Fethini canlandıran bu anlamlı yerde mehter marşı çalıyor bir yandan toplar atılıyor, tekbirler getiriliyordu. Bu ortam bizleri acayip coşturmuştu, biz de tekbirler getirerek içimizden mehter marşlarını söylüyorduk.

 


4.gün
İstanbul’dan ayrılmak hepimizi gerçekten üzdü,  sabah erkenden ’ye gittik. Vardığımız, Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu topraklarda acayip bir hüzün içimi sarmıştı. Nasıl olurdu da her yerde bira satan dükkanlar dolup taşardı…

Bunun yani sıra gördüğüm onlarca eczaneler sanki bana hoşgeldin diyorlardı. İçimden “Meslektaşlarım burada da beni yalnız bırakmadı diyordum.

İlk önce Beyazıt Külliyesinin sağlık müzesine gittik. Bir sağlık kurumunda hizmet etmek için can atan bir genç olarak gördüklerim beni adeta büyülemişti. Osmanlı zamanında kullanılan sağlık yöntemleri, ilaçlar, tedaviler oldukça güzel şekilde gösteriye sunulmuştu. Hele eczaneler, ah o ’deki gördüğüm eczaneler! Hollanda’ya döner dönmez isimlerini not ettiğim Türk bilim adamlarını araştırarak kendimi ve etrafımdakileri bilgilendirebilmek için can atıyordum.

Selimiye Camisinin bende büyük bir hatırası vardı. Bu camiyi görmeden evvel gurbet elinde bir gün Kerkük’ten bize bir hediye gelmişti. Bana Selimiye Camisinin resmi bulunan bir havlu hediye edilmişti. O gün bugündür hep yastığımda Selimiye Camiinin havlusunu bulundurur yatardım. O gün Selime Camiinin önünde bulunurken tüylerim diken diken olmuştu. Sonunda kavuşmuştum Selimiye Camiine. Rahmetli Mimar Sinan’ın 80 yaşında yapmış olduğu sanat eseriydi bu cami.  Akustik ses sistemi ile tanınan bu büyük camiyle vedalaşarak müzeye doğru ilerledik.

’yi Balkan Savaşlarında kahramanca savunan Şükrü Paşa’nın anıtını ziyaret ettik.  Müzenin dört bir yerinde savaş için kullanılan bombaları, elbiselerini gördük. Müzenin içinde Türk kadınlarının ‘‘asker, şimdi git, savaş!’’ sözleriyle oğullarına veda etmeleri gibi sahneler vardı.

Müzenin ardından Lozan anlaşmasının anıtını ziyaret ettik, karşı taraftan Yunanistan’ı görebiliyorduk.

Daha sonra arkadaşlarla kapalı çarsıyı gezdik, ardından 3 şerefeli camide aksam namazımızı eda ettik, Allah’a burada bugün bulunduğumuz için çok şükür ettik ve dualarda bulunduk. Caminin avlusunda bekleyen bir arkadaşıma şeker veren bir bey amcanın hatırası hala gözlerimizin önünden gitmiyor.

Dilerim Allah’tan bu gelişimiz son olmaz…

5.gün

Geçen sene Türkiye’ye geldiğimde bir abime, abi bana bir vapur bul, o vapurla bir günün içinde Çanakkale’ye gidip şehitlerimizi ziyaret edip hemen geri döneyim dedim. O abim de: “Bacım Çanakkale’ye gitmen en az 3 saatini alır, gelip gitmen zor olur, ama İnşallah oraları görmen nasip olur” demişti. O gün dün gibi aklımdaydı.10 temmuz 2010’da bize Çanakkale’ye gitmek nasip olmuş, sabah erkenden kahvaltıdan sonra Çanakkale’ye yol aldık. Otobüste hepimiz o kadar heyecanlıydık ki, içimiz coşkulu şekilde hep beraber uyumayıp Çanakkale türkülerini söyledik. Gelibolu yarımadasına vardığımızda, rehberimiz otobüste bize bilgiler verdi. Çanakkale Savaşının, 1. Dünya Savaşı (1915-1916) sırasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara çarpışmalarının İngilizlere, Anzaklara, Fransızlara karşı olduğunu öğrendik.

Gezide tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı’nı, Eceabat’taki şehitliği, Kabatepe Müzesi’ni, 57.Alay Şehitliği’ni, Conk Bayırı’nı, Çanakkale Şehitler Abidesi’ni, tabyaları ve güzergahı gezdik. Orada şehitlerimizin nerede savaştıklarını, hangi elbise, mermi, tabanca, içecek kaplarını kullandıklarını gördük.

En çok dikkatimi çeken, savaş boyunca kazılan biri önde diğeri arkadaş olmak üzere iki türlü siperlerdi. Birinci siperde savaşan Osmanlı askerleri vurulduktan sonra, arka siperdeki askerler öne gelir ve savaşırlarmış. Bu ağır yaralanan askerler ise, yanlarında bulundurdukları dua kitabını okuyup yaklaşık 3 dakika içinde şehit olurlarmış. Ne güzel bir mertebe…

Çanakkale Şehitliklerinden geçerken, gözlerim boşaldı. Gördüğüm musalla taşının üstündeki isimlerinin altındaki yaşlar, memleketlerin hepsi sanki “BURDA BURDA” diye sesleniyordu bana! Gördüğüm Kerküklü şehitlerin musalla taşı beni derinden vurdu… Keşke bende orada Allah Allah diye savaşabilseydim, şehit olsaydım. Rabbim bize de o güzel şehitliği bize nasip eylesin.

Bu güzel ve çok anlamlı geziden sonra kaldığımız otele, türkülerle geri döndük. Akşam yemeğinden sonra Çanakkale’deki bir tarih öğretmeni bir konuşma yaptı. Daha sonra gençlerin yapmış olduğu Çanakkale Savaşının tiyatrosunu hep beraber göz yaşları içinde izledik.

Ertesi gün, Aynalı Çarşı’yı ziyaret ettik. Oradan hediyelik eşya aldıktan sonra Truva atının bulunduğu yere gittik.

Bu anlamlı Çanakkale gurbetten gelen gençler için bir destan olmuştu. Bu anlamlı değerleri kendimize bir ibret alarak oradan ayrılırken, “bir daha geleceğiz ” diye söz vererek ayrıldık!

6. ve 7 gün

12 temmuz ikindi sıralarında ’ya yetiştik. ’daki genç rehberler bizleri karşılayarak Uludağ Üniversitesi Spor Dalları bölümüne götürdüler. Okulun dış bahçesinde oturduk. Bizi ‘hoşgeldiniz’ diyerek karşılayan Uludağ Üniversitesi hocaları, bizimle birkaç oyundan sonra “pripikyo piripakyo” oyununu oynadı. Bu zeka oyununu 350 kişinin içinde kazanan Umut kardeşimiz oldu. Akşam vakti Kültür parkına gittik. Orada arkadaşlar eğlenirken ben de teyzemin gelişini bekledim ve görüşmek çok şükür nasip oldu.

Ertesi gün Atatürk’e hediye edilen ’daki köşke gittik. Orada Atatürk için verilen çeşitli ev eşyaları vardı. Dikkatimi çeken birde bozkurt heykeli vardı.

Ulucami bir başkaydı.Yıldırım Beyazıt Niğbolu seferi sırasında bir vaadde bulunduğunda: “Eğer savaşı kazanırsam 20 tane cami yaptıracağım” demiş. Zaferle sonuçlanan savaş sonrasında kurmaylarıyla istişare yapan padişah vaadini yerine getirmek istediğinden bahsettiğinde, o dönemin kadısı ve Beyazıt’ın damadı Emir Buhari Hazretleri (Emir Sultan) istiareye yattıktan sonra: “Bunun yerine 20 kubbeli bir cami yapılması daha uygun olur “demiş ve caminin inşasına başlanmış. Ondan dolayıda bu cami 20 kubbeli olarak biliniyor.

Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan bu caminin içindeki hat eserlerinin değişik değişik anlamları vardı. Özelikle Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin portreleri dikkatimi çekti. Her zaman gördüğüm ve anlam veremediğim yalnız  ” و ” harfinin anlamının; Allah’ın Vahid ismini, birliğini simgelediğini öğrendik. Bunun yanı sıra: Vali, Vezir, Veli, Vekil, Varis, Vasi, Valide gibi sözlerin başlangıcı olduğunu öğrendik.

Daha sonra Nevzat Çiftçi beyin düzenleyip sunduğu Hacivat ve Karagöz oyununa gittik. Bizi güldüren bu oyun, aynı zamanda terler içinde bıraktı. Oyunun bulunduğu yerde klima olmadığı için baya pişmiştik. Nevzat bey de bu konuyu ele almamızı, Valiliğe bildirmemizi istedi.

Öğle yemeğini Kebabçı İskender’in konağında yedik. Halis muhlis tereyağlı olan iskender kebabının özünü orada tatmak bizlere nasip olmuştu. Konağa Valisi gelmiş, bizlere hoşgeldin etmişti. Zaman daraldığından, namaz saatine denk gelen bu görevli beye bir selam verip, Nevzat Çiftçi beyin bize ilettiği sorunu dile getiremememiz bizleri üzmüştü. Kısa zamanda gurbeteline döndüğümüz zaman iletişim kurarak durumu açıklayacaktık, söz verdik arkadaşlarla.

TGRT’nin hazırlamış ve sunmuş olduğu bir sürü yerlerin kasetlerini ve görüntülerini bir çok kişi izlemiştir. Çoğunlukla Ramazan ve mübarek gecelerdeki yayınlar, Emir Sultan, Yunus Emre, Veysel Karani, Kara Murat gibi bir çok ismi duymamıza ve onların hayatlarını öğrenmemize vesile olmuştur. Bu neden ile Emir Sultan hazretlerinin ’da olduğunu biliyorduk ve bu proje ile oraya gitmek, rahmetlinin türbesini ziyaret etmek bizlere nasip olmuştu. Çoğu ziyaretçinin akınına uğrayan bu anlamlı yerde ikindi namazımızı eda etmek nasip olmuştu. Rahmetli Emir Sultan hazretlerini ziyaret ettikten sonra Yeşil türbeye gittik. Sultan Çelebi Mehmed tarafından yapılan bu türbe, hayattayken yapılan ilk türbe olduğunu ve türbe yapıldıktan 40 gün sonra vefat ettiğini öğrendik. Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmed Hazretlerinin türbesinin içi (İznik) çini sanatını en güzel şekilde temsil ediyordu.

Bu iki anlamlı türbeyi ziyaret ettikten sonra Tophaneye çıktık.

Tophane’de bulunan Orhan ve Osman Gazi’nin türbelerini de ziyaret ettik. Osman Gazi’nin Osmanlı Devletini kurduğunu ve oğlunun adınında Orhan Gazi olduğunu orada öğrendik. Bu iki zatın türbesinin önünde Onlara dua etmek bizleri gerçekten onurlandırmıştı. Biz onların torunlarının torunları olarak orada bulunuyorduk ama çoğumuz onların yapmış oldukları hakkında habersizdik. Bu proje vesilesi ile onları az da olsun tanıdık, ziyaret ettik…

Eskiden Ramazan aylarında toplar bu yerden atılırmış. Tophane’den aşağıya doğru bakıldığında şehir merkezini kuş bakışı görebiliyorduk. Tophane’nin yakınlarında bulunan kadınlar ellerinde örgü, hem örüyorlardı hem satıyorlardı. İşte Türk kadını dilenmemeli, öz çabasıyla birşeyler yapıp, helal rızk aramalıydı. Bunun yanı sıra Tophane’de lokanta dikkatimi çekmişti. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun resmini asan bu lokantanın sahibine teşekkür ettim. Rahmetliyi unutmamamıza böylece vesile oluyorsunuz, Allah sizlerden razı olsun diyerek oradan ayrıldık…

8.gün

Adını nadir duyduğum şehir ’e gittik. Rehberimiz Osman Özvatan ağabeyimiz bizlere çok güzel bilgiler verdi. şehrinin Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklar olduğunu öğrendik.

İlk ziyaretimizi Şeyh Edebali’nin türbesinde gerçekleştirdik. Şeyh Edebali’nin Osmanlı zamanında büyük manevi destek verdiğini öğrendik. Ertuğrul Gazi ve Osman Bey, Şeyhi ziyaret eder ve öğütlerini alırlarmış. Osman Gazi rüyasında Şeyh Edebali’nin koynundan çıkan ayın, kendisinin koynuna girdiğini ve göğsünden dalları gökleri ve tüm dünyayı saran bir ağacın çıktığını görür. Şeyh Edebali ise: “Oğul Osman, Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi ve kızım Malhun Hatun sana helal olsun” der. Osman Gazi böylece Malhun Hatun ile evlenir.

Şeyh Edebali’nin kabrinin yakınlarında Ertuğrul Gazi’nin oğluna Osman Bey’e nasihat ettiği sözler vardı.

İkinci ziyaret ettiğimiz türbe, Söğüt’te bulunan Ertuğrul Gazi’nin türbesiydi. Oğuz Türklerinin Kayı boyunun başı olan Ertuğrul Gazi’nin türbesi, savaş zamanında kurşunlanmış ve yıkılmaya çalışılmış. Demir pencerelerinde hala kurşun izleri görünüyordu. Türbenin içinde Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan’ın ve Kayı boyunun bayrakları vardı. Bunun yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen topraklar bir küçük sandığın içinde, türbenin yanında bulunuyordu. Rahmetli Ertuğrul Gazi’nin ruhuna fatihalar ve dualar okuduktan sonra oradan ayrıldık.

Söğüt, derken akla, her sene gerçekleşen Yörük Kurultayı gelir. Bu vesile ile Türk Büyüklerinin Platformuna gitmek bizlere de nasip oldu. Orada bulunan Türk Büyüklerinin heykellerini gördük. Rehberimize: “Bu yer bana tanıdık geliyor, yanılmıyorsam Devlet Bahçeli ve Muhsin Yazıcıoğlu kırmızı, siyah, yeşil renkli bir Yörük yazmasını omuzlarına alarak buraya gelirlerdi, yanılıyor muyum?” diye sordum: Evet öyle, hatta geçen sene Rahmetli olduğu için bu sene Muhsin Yazıcıoğlu’nun portresini kurultayda bulundurduklarını söyledi. Allah-u Ekber…

Daha sonra hep beraber Metris tepesine çıktık. Kurtuluş, İnönü Savaşı’nın Şehitlerinin anılarını yaşatmak amacıyla yapılan yeri gezdik. Tepe’den aşağıya bakıldığında çok güzel görünüyordu. Her yerde camlar çiçekler, yeşillik vardı. İnönü Şehitliğini de ziyaret ederek, oradaki Şehitlerimize dua ettikten sonra ’ten ayrıldık ve ’a doğru yol aldık.

“Ey yolcu burada şu gördüğün mezar, Türklerin İstiklal abidesidir. Bir gökten bir göğe haykıran rüzgar İnönü Cengi’nin zafer sesidir”

9. ve 10. gün
’un kaplıcaları meşhurmuş. Otelde gençlere kaplıcalara girmek nasip olmuştu. sabah erkenden kahvaltıdan sonra otobüslere binerek ’ye gittik. ’de Türk askerlerinin Yunanlılara karşı savaştığını orada öğrendik.

Her sene Zafer Bayramı, İzmir ve olmak üzere özellikle ’da kutlanırmış.30 ağustos Zafer Bayramında, dünyanın dört bir yanından gelen kişilerin zafer yolu diye adlandırdıkları yolu geçerek ’ye ulaşmalarının da ’da gerçekleştiğini öğrendik. Haberlerde çoğu kez; ellerinde Doğu Türkistan, Kırım Türkleri, Irak Türkleri vs. tabelalarıyla yürüyen gençleri görürdüm. Arkadaşlar ’a tekrar gelecekleri ve Zafer yürüyüşünü yapmak için söz verdiler, ’la vedalaştık.

Akşam saatlerinde ’ya vardık. Sabah erkenden Mevlana Celaleddin Rum-i hazretlerinin türbesini görebilmek için can atan gençlerin yüreklerinde coşku içindeydi. Şahsen ’ya gelmeden önce arkadaşım Merve bir mektubunda; “Mevlana’nın ve Şems-i Tebrizi hazretlerinin muhabbetlerini, dile getirdikleri aşkı çok önemsiyorum” demişti. Onların hayatlarında büyük bir ibret vardı. Biz bu yaşlara gelmiş, yabancı şarkıları hafızamızda tutabiliyor ama öz değerlerimize sahip çıkamıyorduk. Bu üzüntü beni arayış içine sokmuştu. Elimde bulunan kitaplarla kendimi biraz olsun geliştirmeye çalışıp, orada o güzel manalı yerleri hakkı ile ziyaret etmek istiyordum. Mevlana’nın türbesine gittiğimde, ey Mevlana sana Merve bacımdan ve tüm “bizden de selam götür” diyenlerin selamını getirdim, diyerek oradan ayrıldık. Günlerden cuma olması ve Başkanı Mehmet Ali Şahin’in de orada bulunması nedeni ile camiler dolup taşmıştı. Cuma namazını caminin avlusunda eda ettik. Daha sonra dışarda Büyükşehir Belediye Başkanıyla küçük bir sohbet gerçekleştirdik. Türkmeneli’nde televizyonda çoğu kez Irak Türklerinin ’da ilahi söylediklerini görürdüm, buna Belediye başta olmak üzere nice kişiler vesile olmuştu. Bu nedenle O’na teşekkür ettim ve başarılarının devamını diledim.

Bunun yanı sıra Büyük Selçuklu Devletinden kalan birçok müze ve medreseleri ziyaret ettik. Hepsinin içinde güzel çiniler, motifler ve sanat eserleri vardı.

Yemekten sonra bir konferans salonunda Dervişlerin/sofilerin “Allah Allah deyu deyu” şeklinde dönüşlerini, semazen gösterilerini izledik. Bu gösteri bizleri derinden etkilemişti. Yanımıza gelen muhabirler, duygularınızı alabilir miyiz dediğinde, herkes o güzel duyguları nasıl anlatacağını düşünüyordu. Zehra bacımız: inşallah öyle bir nesil yetiştiririz ki, Mevlana’nın ve Şemsi Tebrizi hazretlerinin aşklarına aşk katarız” diyordu.

Bu güzel duaya amin diyerek, oradan ayrıldık. ’ya doğru yol aldık.

11. 12. gün

Türkiye’nin başkenti , güzel …Burası bizim son durağımızdı. Ne kadarda hızlı geçmişti zaman. Ama dopdolu geçtiğinden ve çok ders aldığımızdan hepimiz emindik.

17 temmuz sabah kahvaltısından sonra ’ye gittik. Arkadaşlar kendi aralarında bir yazı yazdılar mecliste bir kardeşimiz de bizi temsil etti, hepimizin adına güzel bir konuşma yaptı. Rüstem Akay: “Türkiye’ye tarih ve kültürlerini yaşamaya geldiklerini, olmadan , olmadan İstanbul, İstanbul olmadan da Türkiye’nin olmayacağını” söyledi. Bu sözün üzerine ekleme yaparak “ olmasaydı , olmasaydı İstanbul, İstanbul olmasaydı Türkiye olmazdı”, “İstanbul olmasaydı ’da olmazdı, olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı” dedi. Bu sözlerin yanı sıra gurbetteki gençler olarak bize bir çok nasihatte bulundu. Yaşadığımız yerlerde Müslüman Türkleri güzel bir şekilde temsil etmemizi istedi. Konuşmadan sonra bütün gençler ile teker teker ilgilenen Mehmet Ali Şahin hepsiyle sohbet etti. Sıra bana geldiğinde, Irak Türklerinden ve Kerküklü olduğumu, herkesin size selam ettiğini söyledim. Elimdeki Türk ve İslam dünyasının derdini anlatan bir mektubu O’na uzattım ve oradaki herkesin içinde sesli bir şekilde okudu. M.Ali Şahin yaklaşık olarak şöyle söyledi; Evet bunlar Iraklı, Kerküklü Türkmen kardeşlerimiz. Mektubunda da belirttiği bir konuya değinmek istiyorum, T.C. olarak Kırgızistan’a yardımda bulunduk diyerek yapılan yardımlar hakkında birkaç örnek verdi. Bütün herkese selamlarımızı iletin dedi ve mektubu cebine koydu. Bunun ardından gençlerle bir hatıralık resim çekilerek diğer gençlerle de bir bir ilgilendi.

T.C. Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül de “Avrupalı Türk gençleri kendi tarihi ve kültürüyle buluşuyor” adlı projesinden sonra Irak Türklerini ağırlayacaklarını söyledi. Allah hepsinden razı olsun!

Bu anlamlı ziyaret görevimizi yerine getirdikten sonra, tekrar Bilkent’e geri döndük. Rahmetli İhsan Doğramacı’nın yatırım yaptığı semtteki çalışanlar nerelisiniz diye sorduklarında; Kerküklüyüz deyince, çalışanların bizleri kucaklayası geldi! Bilkent’ten arkadaşlarla bir taksi ayarlayıp, Kızılay’a gittik. Orada bulunan Necmettin abiyle beraber, arkadaşların giysi ihtiyacını karşılamak için pazarlık yaptık, sohbet ettik, birlikte simit yedik, çay içtik ve hemen otele geri döndük.

Ertesi gün Anadolu Medeniyetleri Müzesine gittik. Müzede Hititlerin eserleri dikkatimizi çekti. Sıhhiye meydanındaki, ’nın sembolü olarak bilinen geyik heykelinin de Hititlerden kalma bir eser olduğunu öğrendik. Daha sonra kalesine çıktık. Orada dayımın kızıyla buluştum, birkaç dakika bile olsa hasret giderdik.

Daha sonra Mehmet Akif Ersoy müze evine, Taceddin dergahına gittik. Orada Rahmetli M.Akif Ersoy’un yattığı ve şiiri yazdığı zamandan hatıralar vardı. Tacettin dergahının hemen yanında Rahmetli Muhsin Reis’in kabri vardı. Tüm gençler oraya giderek dua ediyor, şaşkın bir halde kabre bakıyorlardı. Tıpkı geçen senede dediğim gibi; sen sevdiğine kavuştun Muhsin Reis demek geldi içimden. Ruhuna dualar okuduktan sonra, oradan ayrıldık, Ankamal’a gittik.

Orada da beni bir sürpriz karşıladı, yaklaşık 6 seneden beri görmediğim halam sağlık sorunları için Kerkük’ten gelmişti. Azda olsa O’nunla da hasret giderdikten sonra, yavaş yavaş ’ya veda ettik.

11 temmuz gecesi zor ve çetin geçti. O kadar güzel ve anlamlı günler geçirmiştik ki anlatamam. 12 temmuz sabahı sabah kahvaltısından sonra, bir kısmımız yola çıktı. Yolcu olmayıp da sabah erkenden bizimle vedalaşmak isteyen arkadaşlar beni gerçekten duygulandırdı. Bir arkadaş yaklaşık olarak şöyle diyordu: hakkını helal et, belki yüzümdeki ifademle sizleri kırmış olabilirim fakat bunun gerçekten sizinle bir ilgisi yoktu. Yapmış olduğumuz seyahatin tadı ve tuzuydun. İyi ki sizleri tanımışım ve bundan sonra irtibatı kesmeyelim. Bu anlamlı sözler beni çok üzmüştü, üzüntümü belli etmemek için aaa! sabah sabah kalkılır mı hiç, ben sizin yerinizde olsaydım çoktan uyurdum. Hadi yatın diyerek Onlarla vedalaştım.

Türkiye’ye gelirken yağmur vardı, dönerken de yağmur var. Elveda , Elveda Türkiye… İçimiz buruk ama aynı zamanda onurlu bir şekilde Hollanda’ya geri döndük.

Son söz

Evet… Son sözüm epey uzun olacak… Ben Türkiye’ye bu projenin yanı sıra, arkadaşlarımla görüşmek, ailemi ziyaret etmeye ve birçok işle ilgilenmek üzere gitmeyi istemiştim. Allah’a sonsuz şükürler olsun, Çeçen mülteci kamplarına mektupları, karınca kadarınca toplayabildiğimiz kırtasiyeleri Barış ve Ezgi kardeşlerimizin vesilesiyle ulaştırabildik.

Türk-İslâm tarihini kültürünü öğrenerek, gurbet eline tekrar geri döndük. Biz bunca zamanda neler öğrendik diye şöyle bir sormak gerekirse: En büyük kazanç bizim için ilim olmuştur.Adını, sanını duymadığımız yerlerde bulunmak oradan büyük ibretler almak, bizim için büyük bir kazanç oldu. Bu kazancı nasıl değerlendirebiliriz, neler yaparak, unutmayız? Her attığımız adımda besmele ile başlayarak, ilk önce şehitlerimizi, sonra da şanlı tarihimizden öğrendiklerimizi gözümüzün önüne getirerek, her yaptığımız işte, şükür ederek bunu gerçekleştirebiliriz.

Avrupa’daki Türk gençleri kendi tarihi ve kültürü ile buluşuyor projesinin başkanı: Adnan Gül ve T.C. Paris Büyükelçiliği kültür ve tanıtma müşavirliği Hasan Yavuz bey bize bir sürü nasihatlerde bulundu. Adnan beyin şu sözü beni derinden vurdu. Gurbetteki gençler kaldırımdan çıkan çiçeğe benzer. Onları ne kadar ezerlerse ezsinler yine de dimdik ayakta durmaya çalışırlar. Söyle bir sözü incelediğimizde, gerçekten öyle olduğunu görüyoruz. Kimi zaman ırkçılığa uğruyoruz, kimi zaman işe alınmıyoruz, kimi zaman dışlanıyoruz. Ama bunun yanında bir sürü fırsatlarımız var. Allah’a şükür burs alabiliyoruz, istediğimiz çoğu okulda, başörtülü olarak okuyabiliyoruz. İstediğimiz yeri gezebiliyoruz. Maddi sıkıntımız yok, bunun yanında şükrümüz de yok maalesef.

Bu projede emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Bizleri yedirdiler gezdirdiler, ilim sahibi olmamıza vesile oldular. Bundan güzel ne olabilir ki?

Dilerim Allah’tan bu proje vesilesiyle, arkadaşlarımda yazılır, o güzel manevi tadı almak onlara da nasip olur.

Şu an kendimi, o güzel nasihatlerle uğurlanan, yurt dışında eğitimini kazanmış bir kız olarak hissediyorum. Allah’ın izniyle, diplomamı alıp, canımla hizmet edeceğim günleri sabırla bekliyorum.

İnşallah bu başörtü sorunu kalkar.

15-08-2010 – Hollanda

 

Bu gezinin belgeselini izlemek için buraya tiklayin

Asik Zehrani derki: “Yurdumun Ankarasi bizi ugurladi yagmur damlalari ile, Edirnesinin gozyaslari sel ile.. Aglama yurdum yine gelecegim…”